Her yaşta, her devirde
Tarık Dursun K., hikâyelerini, romanlarını, senaryolarını ve filmlerini bize bırakarak bu dünyayı terk etti. Bir de, elinden memnuniyetle tuttuğu, çoğu artık genç olmayan genç yazarlarını…
Tarık Dursun K.’nın bu dünyayı geride bıraktığını ilk kez, onun destek olduğu genç yazarlardan Cihan Demirci’den öğrendim. Birbiri ardınca ölen güzel insanları kaybettiğimiz 2015’in, “can dostum, ilk editörüm” dediği Tarık Dursun’un kaybıyla kara bir yıla dönüştüğünü söylüyordu. Ona inanıp ikinci kitabını basan, İlkin Deniz ile birlikte kurdukları yayınevine destek olmak için onu kolundan tutup “tek tek kitap dağıtıcılarıyla tanıştıran”, matbaa bile bulan Tarık Dursun K. ağabeyini kaybetmişti. Otuz yılı bulan bir dostluğun ardından…
Doğrudur, Tarık Dursun, Demirci’nin dediği gibi “pek çok genç yazar-çizere editörlük, danışmanlık, ağabeylik yapmış”, onların elinden tutmuş bir edebiyatçıdır. Ki, bunun da az görülen bir özellik olduğunu vurgulamaya bile gerek yok.
Ancak, yazarın esas olumlu niteliğinin bu olmadığı da besbelli. Her şeyden önce, iyi bir yazardı. İnsanın içine işleyen hikâyeleri, unutulmaz karakterleri, duru dili okurunu etkilerdi. Günışığı Kitaplığı’nın Semih Gümüş’ün editörlüğünde yayımlanan “Köprü Kitaplar” dizisinin son kitabı Elde Var Hikâye de öyle. Bu kitap, yazarın her yaşta, her devirde aynı zevkle okunabildiğini bir kez daha gösteriyor. Gençler yabancısı değil. İlk döneminden itibaren, Gümüş’ün ifadesiyle, gençlik yıllarını, genç insanlar arasındaki duygusal ilişkileri, sorunları konu etti. “Sonra sokaklara çıktı, öykülerinde işçilerin, emekçilerin sorunlarını anlattı.” Burada hepsi var. O nefis diliyle, baskın konuşma dilinin hikâyelere kattığı ivmeyle. Bir senarist, sinemacı dili, ki öyleydi zaten. Doğan Hızlan, “Tarık Dursun K., her türde başarılı ürünler vermişti. Tarık’ın Türkçesinin kıvraklığı okuru daha ilk satırda kendine çeker,” diyor. Selim İleri ise, “Çok değerli bir öykücü…” demiş. “Türkçe’yi en iyi kullanan yazarlarımızdan biridir.” Elhak doğru.
Bence kadri kıymeti yeterince bilinmemiş Tarık Dursun K.’yı tanımıyorsanız eğer, hemen okumaya başlayın. Onun okuruysanız, ne mutlu! Bize o eşsiz kitaplarından birini daha bıraktı. Ne yazık ki, kendisi o güzel öykülerinin basılmış halini göremedi bu sefer. Kolay kolay beğenmeyen Murathan Mungan, durumu kısaca özetliyor: “Tarık Dursun K., güzel öyküler yazdın bıraktın; gittin.” Uğur Vardan ise, benim için de çok önemli olan bir şeyden söz ediyor: Romanlarının isimleri o kadar güzeldi ki…” Hikâyelerinin de öyle. Elde Var Hikâye, misal: Kırlar, Kırlar, Ey Kırlar!, Öpüşsüz Bir Güvercin Aşkı, Ve Büyükanne Aşk Yokken Ölür, Hatırla Ey Peri! ve Elim Elim İbrişim, Elde Var Bir Kuşum.
Yazarın Ona Sevdiğimi Söyle adlı kitabından çok etkilendiğini söyleyen Ahmet Ümit’le noktalayalım: “Dünyayı güzel kılanlardandı, güzel uyusun.”
Tarık Dursun K., anlattıklarına yakın bir yazardı. Ortaokulu dışarıdan bitirmişti.
Gazete dağıtıcılığından seyyar satıcılığa, otobüs biletçiliğine kadar çeşitli işlerde çalıştı. Film yönetmenliğine 1962’de Aramıza Kan Girdi ile başladı. Senaristlik, reji asistanlığı da yaptı. İnsan Kurdu ve Kurşun Ata Ata Biter adlı romanları 1971 ve 1985’te sinemaya aktarıldı. Yazdıklarının kolay okunmasını sağlayan o güzel konuşma dili sayesinde, onlar da film gibi hareketlidir, süratlidir. Milliyet Yayınları ile Koza Yayınları’nı yönetti, Kurul Kitabevi’ni açtı. 1950 kuşağının, hatta bütün kuşakların en verimli kalemlerindendir. Sadece “çok” yazmadı, “iyi” de yazdı. Aldığı ödüller arasında Türk Dil Kurumu, Sait Faik Hikâye Armağanı (iki kez), Orhan Kemal Roman Armağanı, Türkiye İş Bankası Büyük Edebiyat Ödülü, Yunus Nadi Roman Armağanı, Sedat Simavi Edebiyat Ödülü ve Altın Portakal Yaşam Boyu Onur Ödülü var.
Yazarların onun ardından yazdıkları arasında, en çok Sennur Sezer’in dediklerinden bir bölüm dikkatimi çekti, içime yazıldı. Uzun ama, gene de aktaracağım:
“Tarık Dursun’un bir öyküsünü çoğaltıp dağıtmayı düşünüyorum. Çoğaltmak da yetmez şehrin kalabalık saatlerinde alanda okutsam mı…
Öykünün adı ‘Ona Sevdiğimi Söyle’. Yurtdışında çalışan bir delikanlının öyküsü. Ailesi acele Türkiye’ye çağırır onu, anlatır eşinin vefasızlığını. Vefasızlık bir yana peşine takıldığı delikanlı yüzünden bir buluşma evindedir genç kadın. Alıp evlerine götürürler yedirip içirip karısını nasıl vurması gerektiğini anlatırlar. Cebine tabancayı yerleştirirler…
Neler yapması gerektiğini tekrarlarlar. Delikanlı yıkanır, süslenir. Karısının çalıştığı eve gider. Karısını sorar. Bir müşteriyle birliktedir kadın. Gümrükten aldığı parfümü kızın çalıştığı evin yöneticisine verip, ‘Ona sevdiğimi söyle,’ der.
Yitirdiğimiz Tarık Dursun K. bir sitemin, kurşundan ağır olduğunu bilirdi.”
Aydınlık yüzlü, insanlar gibi karakterlerini de seven, hayatın her ânını bize yansıtan, namuslu Tarık Dursun, İzmirli’ydi. Yüz yüze görüşmek hayli zordu bu yüzden. Birkaç kez karşılaşmışızdır. Acaba bazı kişiler söz konusu olduğunda hiç engel olamadığım o şapşal hayranlık ifadesi şaşırttı mı onu? Pek sanmam aslında. Nitekim, öyle bir hukukumuz olmadığı halde ona “Tarık Ağbi” diye hitap etmemi de hoş karşılardı. Ne yaparsınız ki bir insan, velev ki bir yazar, kendi yarattığı insanlarla hayatınıza böylesine girince, ister istemez bir aile durumu doğuyor.
Gelelim K harfine. Tarık Dursun’un sonundaki K harfi hep merak edilmiştir. K, yazarın soyadı Kakınç’ın kısaltılmışı. Semih Gümüş, yazarlığının ilk yıllarında kardeşi Faruk Kakınç’la birlikte katıldığı bir yarışmada soyadlarının karıştığını söylüyor. Tarık Dursun, soyadını K. olarak değiştirmiş ve sonra hep K.’yı kullanmış.