Hevesli ve zarif kadın hikâyeciler şu taraftan!
Resim yapmaya, yazmaya, akşamları saat dokuzda çay yerine kahve içmeye kararlıydık.
Her şey yeni, her şey başka olmak zorundaydı.
Her şey denendi.
Virginia Woolf
“Yazmak için kendinize nasıl bir ortam hazırlıyorsunuz?” diye soruyor telefondaki kadın sesi. “Hiç…” diye yanıt veriyor Tomris Uyar.
“Her yerde yazabilir misiniz?”
“Her yerde yazabilirim, maalesef. Bunun için çok üzülüyorum çünkü bir odam olsa yani kapısını kapatabileceğim, içinde yığıntılı, döküntülü ya da işte ne bileyim karalamalı şeylerimi bırakabileceğim, çıkıp gidebileceğim fakat sonra döndüğümde aynı şekilde bulabileceğim bir odam olsaydı çok sevinirdim. Oysa benim hiçbir zaman bir odam olmadı.”
Virgina Woolf’ün Kendine Ait Bir Oda isimli kitabını okurken yıllar evvel dinlediğim kısa bir Tomris Uyar röportajı canlanıyor kafamda. “Benim hiç odam olmadı,” diyor Tomris Uyar, buruk bir sesle. “Hâlbuki bir odam olsaydı…”
Hayır, başından söyleyeyim, bu yazımın kadın yazarları irdeleyen feminist hareketle hiçbir ilgisi yok. Ama kitaba başladığımdan beri “Kadınlar,” diye düşünüyorum, “Kadın yazarlar –ki bu söylem bile başlı başına bir tuhaf geliyor kulağa– kendilerine ait bir oda isterler, bu doğru. Yazı yazmak, daha farklı bir meseledir sanki onlar için. Söz gelimi daha bir hazırlıklı başlarlar yazmaya. İyi kitaplar okumuş olurlar ve yazmaya karar verene kadar da ciddi bir hesaplaşma yaşarlar kendileriyle. Bu gerçeği de Tomris Uyar’dan işitmiş, hak vermiştim bir vakitler. Ne var ki, bugün bile hâlâ değişmeyen ve bir türlü dönüşemeyen bazı şeyler var. Öyle ki dünya kadına, erkeklere dediği gibi, “İstersen yaz, umurumda değil,” demiyor. Dünyanın bir yanı hâlâ ve hâlâ, kaba kaba gülerek, “Yazmak mı?” diyor kadına. “Yazman ne işe yarıyor?”…
Kabul etmek gerekir ki, günümüzde kadınların edebiyat dünyasındaki varlıkları gitgide anlam kazanıyor. Ama bu durum onlara tam manasıyla bir kolaylık da sağlamıyor. Eril söylemlerin altında ezilmiş nice konu var çözülemeyen. Tek mesele kendine ait bir odadan ibaret değil yani. Bir erkeğin kaleminden çıkma karakterler, kadınların yarattığı karakterlere nazaran daha özgürler ve kendi kaderlerini gönüllerince çizebiliyorlar. Oysa Aslı Tohumcu’nun da dediği gibi, bugün bile romanda kadının adı yok, hâlâ… Kadının edebiyattan daha gerekli meseleleri olduğu düşüncesi yaygın… Hâl böyle olunca, kendine ait bir oda ne ola ki?
Şimdi, yazımın tam da bu dönemecinde, özellikle hevesli ve zarif kadın hikâyecilerimizi şöylece buyur edivereyim konuya. Bakın, Woolf nasıl sesleniyor bizlere, biraz yorgun fakat çokça hevesli kalemlerimize;
“Sevgili Hanımlar,
Siz siz olun, hiçbir insanın manzaranızı kapatmasına izin vermeyin. Asıl gerçeğinizin erkek ve kadın dünyasıyla değil, sözcüklerin dünyasıyla olduğunu daima ama daima hatırlayın!”
Yazı yazmanın çoğu zaman soyut manada insanın belli ve sabit bir evi, yurdu olmadan durmaksızın gezinmesi, dünyanın başka başka kavşaklarında ikamet etmesi olduğuna inandım hep. Değil mi ki düşünceler gibi sözcükler de gezgindir ve bu yolculukta herhangi bir güzergâh, belirli bir mecra yahut öyle keskin sınırlar falan da yoktur. Toplumların ve kültürlerin dayatmaları her ne olursa olsun bu hikâye kadın kalemler için de böyledir, değişmez. Ve inanıyorum ki, dünyanın neresinde olursa olsun kadın kalemler, daima ama daima direngendir. İşte bu yüzden sevgili hanımlar; biz biz olalım, hiç kimsenin manzaramızı kapatmasına, bizleri evcil haritalar içine gömmesine izin vermeyelim. Bizim gerçeğimiz ne kadın ne de erkek dünyasıyla. Bizim yegâne gerçeğimiz sadece sözcüklerin dünyasıyla…
Zaman zaman eril söylemlerin gölgesinde öfke nöbetlerine tutularak, içimizdeki kırgınlıkları hiçe sayarak yola devam etmeye çalışıyor olsak da bizler gene de ama gene de kalemlerimizin uçlarını parlatmaya hazırız her daim. Kim ne derse desin, gelin, biz bir kalemde boş verelim bütün bunları. Tomris Uyar’ın deyişiyle, hiç olmadı çekelim kapıyı gidelim, ya da ne bileyim evdeki bütün patlıcanları kızartalım gitsin, düşünmeyelim…
Şimdilik bana müsaade. Zira ocakta yemeğim, zihnimde hikâyeleşmeyi bekleyen sözcüklerim ve tarladaki ekinler gibi biçilip harmanlanmaya hazır düşüncelerim var.
Dilerim gün, güneşli ve umutlu bir perşembe olarak konuversin burnunuzun ucuna. Muhabbetle…