İdil Biret Hanımefendi
Aslında bugün size, şimdiye kadar Müzik Festivali’nde neler izlediğimi anlatacaktım. Ama çarşamba akşamki konserden sonra anladım ki, en iyisi İdil Biret’ten söz etmek. Gerçi cumartesi akşamı Süreyya Operası’nda da üstat çellist Antonio Meneses’le aynı sahnede, “çok iyi” bir piyanisti, Maria João Pires’i izlemiş, mest olmuştuk (Yıldızlar Buluşması I) Ama iş “çok iyi”likle bitmiyor. İdil Biret çok, çok uzun yıllar önce düşündüğüm gibi bir dâhi. Hem artık olgunlaşmış, müthiş bir repertuarla zenginleşmiş, kısacası harikulade… Dolayısıyla, ondan “İdil Biret Hanımefendi” diye söz edilmesi insana hiç tuhaf gelmiyor.
Oysa ben onun adını ilk duyduğumda, kardeştik. Aynı yaşta sayılırız, belli ki ikimiz de Yapı Kredi’nin Doğan Kardeş dergisinin okurlarıymışız. Harika Çocuklar Yasası’nın hemen arifesinde onları Doğan Kardeş’teki resimleriyle tanımıştık: İdil Biret Kardeş, Suna Kan Kardeş… Yeteneğini kıskanmaktan vazgeçmiştim ama uzun, siyah, bukleli saçlarını kıskanırdım. O zamanlar Ayşecik henüz doğmadığı için onları Shirley Temple’ınkilere benzetir, haset ederdim. Kendisine söyleyince dünyada neler olduğuna şaştı. Ben de ona bu tarafta da (bizim tarafta) bir dünya olduğunu hatırlattım. Zaten Doğan Kardeş kardeşliğimizi de pek sevmiş, “Ne şeker!” demişti. Konserin ardından da (İdil Biret: Bir Virtüözün Piyano Maratonu III – Bach gecemiz) program kitapçığını “Doğan Kardeş Kardeşliğinden – İdil Biret” diye imzalayınca kalbimi ısıttı.
Daha önceki bir yazıda da yazmışım, İdil Hanım kedi seviyor. Zaten Doğan Kardeş’in adı geçer geçmez, o kırık ‘r’leriyle, “Karakedi Çetesi” dedi. “Karakedi, Sarman, Pamuk…” Maceralarına bayıldığımız bu çeteyi çizen Selma Emiroğlu’ndan söz ettik. Sonra Doğan Kardeş’in yayımladığı çocuk kitaplarından…
Okumayı seven bir çocukmuş, ne güzel. Bir de, hem anlattıklarından, hem özellikle Eytan İpeker’in belgeseli “İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi”nden (yukarıda sözü geçen yazıyı bu filmi izledikten sonra yazmıştım) anladığım kadarıyla, kendine güvenen, mutlu bir çocukmuş. Yalnız olup olmadığını sorunca “Yalnızdım tabii, çünkü tek çocuktum,” dedi. Halbuki Ayla Erduran, Evin İlyasoğlu’nun kitabı Ayla’yı Dinler misiniz?”e bakılırsa, yalnızlıktan da, daima diğerlerini (büyükleri) keman çalarak eğlendirmekten de bıkmış. Yalnız ve mutsuz bir çocuğa benziyor. Oysa İdil Kardeş’in arkadaşları varmış, bazen onlarla oynarmış. Onlar olmayınca da büyüklerle arkadaşlık eder, piyano çalışırmış. Belli ki kendi bildiğinden pek şaşmayan, başkalarının kararlarına uymayı sevmeyen bir çocukmuş ki, bizim için (kimileri başına buyrukluk dese de), bu âlemde en makbul şeylerden biridir.
Müziğe ilgisi iki yaşında başlayan ama küçük ayakları pedala da, yere de yetişmeyen, bazen küçük parmakları yeterli olmayınca tuşlara dirseğiyle basan İdil Biret, çalmaktan, öğrenmekten, ezberlemekten mutluluk duyan biri. Büyük insanlarla, yaşlı-başlı hocalarıyla arkadaşlık etmekten de. Yaş icabı bilmeyen varsa diye hatırlatayım: Biret gerçekten “harika çocuk”tu. Hatta İsmet İnönü’nün Harika Çocuk Yasası’nı esas olarak onun için çıkardığı söylenir. 1948 yılında çıkan bu özel yetenekli çocuklar yasası, onların yurtdışına devlet bursuyla gönderilip yetiştirilmelerini sağlıyordu.
Bana hocalarını anlattı. Nadia Boulanger ve Alfred Cortot’ya da çok hayran ama sanırım onun için en kıymetlisi Wilhelm Kempff. Kempff da Boulanger ve Biret’e aynı şekilde hayran. Küçük piyanist bu iki üstatla da çaldı. Evet, çok dolu bir hayatı varmış. Dünyada pek ender rastlanan genişlikte bir repertuara sahip olmasını çalışkanlığına ve piyanoya, müziğe olan sevgisine bağlayabiliriz. Belli ki nereye giderse gitsin, müziği onu kuş tüyü bir yorgan gibi kucaklamış. Doğrusu sahneye sakin sakin çıkıp, dinleyicilerine güzelce tebessüm ettikten sonra kısa bir an duraklayıp nota kullanmadan çalmaya başlaması ve bu işi rahatlıkla iki saat sürdürmesi bizi çok etkiledi. Konserde tek bir kişi bile yanlış yerde alkışlamaya kalkmadı, çünkü ellerini piyanodan ayırmadan çalan İdil Biret parça bitince de sol elini kesin bir hareketle havaya kaldırıyor.
Çocukluğumun, okul öncesi yıllarımın harika çocuk İdil Kardeş’iyle söyleşi yapmak da (telefonda olsa bile), konserde iki saat onu dinlemek ve sonra da imzasını almak da beni çok mutlu etti. Daha önceki yazımda, “Ne de olsa, ilkokul yaşındaki arkadaşlarla artık o kadar sık karşılaşılmıyor…” demişim. Evet öyle, üstelik yıllar geçtikçe o arkadaşların sayısı da azalıyor.