İlle de yetimler…
Üç yıl önce Charles Dickens, 200’üncü doğum yılını bütün dünyada kutladı. Konferanslar, okumalar, filmler, müzikallerle perdede, ekranda, sahnede hatırlandı. 9 Haziran da onun ölümünün 145’inci yılı.
Charles Dickens’ı okumamış çocuk yoktur. Hele İngiliz ya da Amerikan okullarında eğitim gördüyseniz, birkaç kitabına aşinasınız demektir. Aslında ona da gerek yok ya, çizgi romanları, filmleri, müzikalleri yeter. Ben okulda David Copperfield’i okuduğumu hatırlıyorum. A Tale of Two Cities / İki Şehrin Hikâyesi’ni de okumuştuk sanırım. Pickwick Papers / Mr. Pickwick’in Serüvenleri’ni hatırladıkça bugün de gülerim, ama onu okulda okumamıştık galiba. Kapağının komikliği ve Punch dergisinin övgüleri sonucu kendim okumuş olsam gerek.
Bir yılbaşı hikâyesi diye sunulan A Christmas Carol / Noel Şarkısı’nı okuyup okumamanın önemi yok, çünkü Ebenezer Scrooge’un akıl almaz değişimi her yılbaşında ekranlarda insanın karşısına çıkar. Great Expectations / Büyük Umutlar’ın kahramanı Pip’e niye acımadığımı bilemiyorum. Belki de kara sevdası sinirimi bozmuştur.
Ama Oliver Twist deyince akan sular durur. Annemin ben daha okula gitmeden önce bana okuduğu kitaplardan biriydi. Zavallı yetim, kimsesiz Oliver on dokuzuncu yüzyıl başlarında, kendisi gibi çocuklarla bir yetimhanede yoksulluk içinde yaşar. Annesi o doğduktan hemen sonra ölmüştür. Bir gün yemekhanede arkadaşları onu seçer. Oliver, çorbasını bitirdikten sonra tabağını eline alıp yetimhane müdürü Mr. Bumble’ın yanına gider ve, “Lütfen Efendim, biraz daha istiyorum,” der. Edebiyatın en bilinen cümlelerinden biri…
Elbette kızılca kıyamet kopar. Bu bir ilktir, ilk kez bir çocuk daha fazla yemek istemiştir. Vay rezil vay! Kendim hiç aç kalmamış olsam da Oliver’in durumu beni çok üzerdi. Her çocuğa doyacağı kadar yemek verilmeli diye düşünürdüm. Doymayıp da biraz daha istedi diye ceza görmesi, bana vahşet gibi gelirdi. Ki, öyleydi elbette. Oliver’ciğimi o masum yüzüyle müdürün karşısına dikilmiş çorba isterken gözümün önüne getirirdim. Sonra filmlerde çeşitli Oliver’ler gördüm, hepsiyle birlikte aynı üzüntüyü çektim. Charles Dickens’ın çeşitli kitaplarındaki yetimlerle, bize arka planda başka bir şey sunduğunu daha sonra anladım: Sınai kapitalizmin geliştiği, çocuk emeği sömürüsünün en üst düzeye çıktığı bu dönemde Oliver Twist, meğer İngilizler’e de hayal dahi edemedikleri yoksulluklar hakkında fikir veriyormuş. Çocuk işçiler, çocuk sömürüsü ve sokak çocukları… Sonuncusu da beni yakından ilgilendiriyordu. Çünkü aynı kitaptaki Artful Dodger, yani Jack Dawkins de favori karakterlerimden biridir.
Üç yıl önce Charles Dickens, 200’üncü doğum yılını bütün dünyada kutladı. Konferanslar, okumalar, filmler, müzikallerle perdede, ekranda, sahnede hatırlandı. 9 Haziran da onun ölümünün 145’inci yılı. Yetimlere gelince, bütün Victoria devri yazarları gibi Charles Dickens da onlara pek düşkündü. Oliver Twist ve David Copperfield’in yanısıra Martin Chuzzlewit ve elbette Pip, Sydney Carton, Sloppy ve Bleak House / Kasvetli Ev’in çoğu karakteri gibi. Terk edilmiş, yalnız kalmış çocuklardı. Yaşayabilmek için kendi ayakları üzerinde durmaları gerekiyordu. Maceraları da biraz acıklı oluyordu elbette. Hikâyeleri hem toplumu yansıtıyor, hem de çocukların hikâyesi okurların ilgisini çekiyordu. Gerçi hiçbiri Oliver’in eline su dökemezdi ama, olsun.
Biraz fazla gözü yaşlı mı buldunuz? Hani, anne-baba yok, onu sevmeyen kişilerin yanında kalmaya mahkûm, akrabalarının eskilerini giyiyor falan… Pardon? Harry Potter diyorum ve orada duruyorum. Mucizeler vardı tabii: Oliver meğer zengin bir adamın oğluymuş. Eh, Harry de meğer iki yetkin büyücünün çocuğuymuş. Harry’yi ilk okuduğumda pek acımıştım. Uzun süreyle değil tabii, kendini neredeyse bir anda hepimizin olmak istediği bir yerde buluyordu çünkü. Bir yandan da onu Dickens kahramanlarına, hatta biraz da Köprüaltı Çocukları’nın yazarı Kemalettin Tuğcu’nun çocuklarına benzetmiştim. Bir modern zaman yoksul çocuğu. Hazır Oliver’den söz ederken, başarılı müzikal Oliver!’ in Fagin’i, bu hafta kaybettiğimiz İngiliz aktör Ron Moody’ye de bir selam yollayalım.
Charles Dickens öleli neredeyse yüz elli yıl olacak, ama o da, kahramanları da hâlâ yaşıyor. Onu bugün de okumamızın nedeni bu. Kahramanları, bambaşka bir dönemde yaşamış olsalar da bize benziyorlar. Çünkü yazarları, insan ruhunu anlayan, onu algılayan, onların kişisel özellikleri ve alışkanlıklarıyla bize kendi hakkımızda bir şeyler söyleyebilen bir yazar. Onların deneyimleri, bazen bize kendi deneyimlerimiz kadar yardımcı olabiliyor.
Charles Dickens yetim değildi ama yoksul bir ailenin çocuğuydu. 1824’ün başlarında, o on iki yaşındayken, babası borçları yüzünden hapse girdi. Charles on beş yaşında eğitimini bıraktı. Bir hukuk şirketinde çalışmaya başladı. Oradan gazeteciliğe ve yazarlığa geçti. İlk kitabı Pickwick Papers / Mr. Pickwick’in Serüvenleri’ni 1836-37’de yazdı. Müthiş bir enerjisi vardı. Aynı anda iki kitap üzerinde çalışırken, bir yandan da gazetelere yazar, araştırmalar yapardı. Kendi devrinin en büyük yazarlarından biriydi. Bugün de en büyük yazarlar arasında. Öyleyse ona da bir selam yolluyoruz.
—