İnsan dönüşmeye mecburdur
Dünyada 20.000 Gün / 20,000 Days on Earth geçtiğimiz sonbaharda vizyona giren biyografik bir film. Görsel sanatçılar Iain Forsyth ve Jane Pollard’ın ilk uzun metrajında, Nick Cave’in dünyadaki yirmi bininci günü üzerinden komple-sanatçı kimliği, zaman yönetimi ve sanatsal üretimini oluşturan ve devamlı kılan birtakım etkiler anlatılıyor.
Bir şekilde ilişki kurduğum hayat hakkkında bir şey biliyorsam okuduğumdan, duyduğumdan ve gördüğümden; bilmiyorsam ya da yeterince öğrenememişsem okumadığımdan, dinlemediğimden ve seyretmediğimdendir.
“Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti,” diye başlar Yeni Hayat. Benimki öyle değil. Orhan Pamuk’un kastettiği değişim, aslında dönüşüm. Önlenemez bir felaketin ardından artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayışına benziyor bu. Bir deprem olur, artık evin yoktur. Dünya yıkılır, sen kendi küçük mekânını kaybedersin. Bu kayıp bütün bir yok oluşun parçasıdır, ama fark etmezsin. Senin gördüğün yalnızca gözünün önünde olandır. Herkes gitmiş, bir sen kalmışsan yine dönüşürsün. Çünkü seni sen yapan yalnızca sen değilsin. Senin “herkes”in pekâlâ bir ev, içinde büyüttüğün (ve büyüdüğün) bir umut ya da bir insan olabilir. O şey(ler) giderse, sen de gitmiş olursun. Vardığın yer, daha önce yakınından geçmediğin bir coğrafyadır. Oranın adına Yeni Hayat denir. Ama bu değişim değil, dönüşümdür.
İşte okuduğum, duyduğum ve gördüğüm şeyler de, tıpkı önlenemez felaketler gibi hayatımı bambaşka, yepyeni bir hale getiriyor. Galiba sanatı ve sanatçıyı kutsal kılan da bu. Bir kitabın, bir şarkının ya da bir filmin insana yaptığını başka hiçbir şey yap(a)mıyor. Edebiyat, müzik ve sinema ayrı ayrı değiştiriyor seni, ama bir bütün olarak dönüştürüyor. Richard Brautigan okuyup alabalıkları seyretmeyi öğreniyorsun. Bir şarkı ve bir film de benzer şeyler yapıyor sana. Bir konser salonu ya da sinemadan çıktığında birkaç saat öncesindeki Sen’e benzemiyorsun. Sonuçta varolan birleşim bir birey oluyor. Ama kimseye benzemiyorsun; çünkü gözlerin, kulakların ve zihnin seni dönüştüren bütün bu şeylerle başka kimsenin duyumsa(ya)madığı gibi bir ilişki kuruyor. İnsanın bu yetisi, sahip olduğu en değerli şeylerden biri şüphesiz.
Her şeyin ötesinde bir de, bütün bu değişimlere ve sonunda dönüşüme katkı sağlayan “şey”lerin tek bir elden çıkması durumu var –ki asıl hikâye burada.
Dünyada 20.000 Gün / 20,000 Days on Earth geçtiğimiz sonbaharda vizyona giren biyografik bir film. Görsel sanatçılar Iain Forsyth ve Jane Pollard’ın ilk uzun metrajında, Nick Cave’in dünyadaki yirmi bininci günü üzerinden komple-sanatçı kimliği, zaman yönetimi ve sanatsal üretimini oluşturan ve devamlı kılan birtakım etkiler (bu şeylerin sanatçıyı dönüştürdüğünü söyleyebiliriz) anlatılıyor. Nick Cave ne kadar iyi bir müzisyen ve şairse, oyunculuğu ve senaristliği de geri kalır gibi değil. Öyle ki, filmde Nick Cave’in yazdığı ve seslendirdiği monologlar, “dönüşmek” isteyenlere tıpkı kutsal kitapların inançlı bir insana yaptığını yapıyor.
“Günlerimiz sayılı aylaklık edecek lüksümüz yok. Kötü bir fikirle hareket etmek, hiç harekete geçmemekten iyidir. Çünkü gerçekleştirilinceye dek fikrin değeri belli olmaz. Bazen bu fikir dünyanın en küçük şeyi olabilir. Küçücük bir alevdir, üzerine eğilip ellerinle korursun, etrafına esip köpüren fırtına yüzünden sönmesin diye dua edersin. Eğer o aleve tutunabilirsen, onun etrafına harika şeyler inşa edebilirsin. Devasa, güçlü ve dünyayı değiştiren şeyler. Hepsinde küçük fikirlerde barınır.”
Yukarıda değindiğim ve Nick Cave’e yakıştırdığım “komple-sanatçı” sıfatını biraz açmak gerek. İlk görüşte ancak yanlı bir tanıtım yazısına yakışacak soğuk, ağdalı ve itici bir kelime gibi görünse de, hak edene bir tanıtım yazısından daha çok yakışıyor. Nick Cave’in 20,000 Days on Earth ile gün yüzüne çıkan (kendisi filmde, bu fiil yerine “bir deniz canavarının kamburu gibi, hiçbir uyarı vermeden ortaya çıkmak” diye yazıyor) yazarlık, oyunculuk ve müzisyenlik becerilerinin bir aradaki uyumu, onu bir “komple-sanatçı” yapıyor.
Nick Cave gibi kaç sanatçı gelmiştir dünyaya, kaçı ölmüştür, kaçı hayattadır, kaçı kaç hayatı dönüştürmüştür? Bütün bu soruların yanıtı muallak. Fakat kesin olan şu: İnsan dönüşmeye mecburdur. Bir biçimde (bu biçimi seçmekte özgürüz) dönüşmek, başka biri haline gelmek durumundayız. Hal böyleyken Nick Cave’e bir şans vermek, onunla yepyeni bir “Ben”i inşa etmek önümüzdeki en iyi seçenek gibi duruyor. Sonrası, başkalarının meselesi.
—