(K)alanlarla, (t)alanlarla…

(K)alanlarla, (t)alanlarla…

Mehmet Erkurt
25 Mart 2015

Mekânından, alanından, sokağından, köyünden edilmenin ne olduğunu –her anlamda– iyi bilmez mi bizim coğrafya?

(Fotoğraf: #AKMdeyiz)

27 Mart’a, Dünya Tiyatro Günü’ne bir şey kalmadı. UNESCO’nun 1962’den bu yana düzenlediği, ama henüz bir “yılın mesajı”yla katılmadığımız, yine de Refik Erduran’ın çabasıyla takip edebildiğimiz uluslararası gün. Zira bizde, “Sahne namına da bir şey kalmadı,” diyecek duruma gelelim diye çalışıyor büyük siyaset üreteçleri. Öncelikli iş hâlâ, rant ve talan için kalanın hesabını yapmakta. Cepler doldu, sözler verildi pek çok kez. Nabza göre şerbetler kaynatılmaya devam ediyor.

Söylememek haksızlık olur: Bireysel çabalarla, isimlerle, direnmelerle ayakta kalıyor tiyatro da, opera da, sanat da, mekân da… Üretiyor da. Hem de fiziksel, ekonomik zorluklar altında. Mücadele, her ne kadar düdüğü çalanın lehinde seyreder görünse de, hiçbirimiz durmuyoruz olduğumuz yerde.

Mekânından, alanından, sokağından, köyünden edilmenin ne olduğunu –her anlamda– iyi bilmez mi bizim coğrafya?

Yeniden AKM’yi istiyoruz! diye bağırıyoruz. Birkaç yıl önce hem gösterimleri bekleyenlerle, hem de buluşma noktası olarak kullananlarla capcanlı o –binaca dertli ama kültürce derin– nirengi noktası, epeydir gülünç bir üniforma bahçesi. Bir gün kendiliğinden çöker elbet diye bekleyenlerin lanet bulutlarıyla çepeçevre bir malzeme yığını. Şimdi de adı kendine komik gelen komşu pastanenin “fırsattan istifade” sokulganlığından mustarip. Yorgun ama şaşkın değil. O, “onlar” tarafından hiç sevilmedi ki…

Yekta Kopan demiş ya, “Biliyorum ama söylemem günlerinden geçiyoruz. Yalandı kusura bakmayın günlerinde ayakta durmaya çalışıyoruz. Haysiyet, dürüstlük, şeref içi boşaltılmış birer kelime olarak çıkıyor karşımıza. Yalanlarla elde edilen iktidar alanları, bir açıklama gerektirmiyor demek ki?”

Aymazlıkta bir dünya markası… yız.

“Yurdum” malının kalitesizliğinden ötürü kendine sorumluluk çıkaran Japon mühendis, vaktinde doğru karar ve reflekslerle ilerlemediğini düşünüp birkaç kilometre ötede intihar eder, biz bir “istifa”yı bile yediremeyiz… neyimize?

Görelim artık: Aynı alev aldı alacak bir metrobüs gibi gidiyoruz. 7 Haziran seçimlerinde umutlanacak çok şeyimiz var (O gün ne seçileceğini bilmeyenler, seyirci joker hakkını kullanmak yerine lütfen Google’a başvursun). Ama toparlanacak oda çok büyük, dağınıklığımız çok fazla. Ergence iktidar isteyen ve her kararını buna göre veren yapılarla sıkı hasar gördük. Hem fiziksel hem de ruhsal anlamda. Öte yandan, bu hasara verdiğimiz tepkiyle birbirimizi daha iyi tanıdık. Şimdi hepimiz bir yere el atmak zorundayız, artık kaçarı yok. Oyların sayımından başlayıp, icraatın takibine –ve hatta gerektiğinde, uygulanmasını bizzat üstlenmeye– kadar.

Seçtiği yöneticiden tüm icraatı bekleyen kalabalıklar olmaktan çıkmanın gerekliliğini anlamak için, çok berrak bir iki yıl geçirdik. “Evdeki hanım(lar)”dan kahvaltı beklerken #Gezi’deki kadına küfreden ruhsal bozukluğa söyleyecek çok sözümüz var artık. Dün de vardı belki, ama artık dilin ucuna gelip de duracak gibi değil hiçbiri. Binler, eril bir insan müsveddesinin yaftası üzerine linç edilen #Ferhunde için yürürken Afganistan’da, hâlâ sözü olmayana haza utanmak düşer. Hatta bir ortaokul müdürü, kızlara kullandığı “eğitim” cümlesinde bedensel özgürlüğü ve erkeklere yanaşmayı #Özgecan ikbaliyle bağdaştırabiliyorsa, utanmak bile yetmez.

Talana açılan (k)alanlardan biri de “Göcek Koyları” şimdi. Hayatımızı, öykülerimizi, algılarımızı besleyen bir yere daha çullanmak üzere kanatlarını gerdi beton gagalı akbabalar.

Bizim öykümüz de, öykülerimizi korumak üzerine olacakmış…

 

Share
Share