Kitabı konuşmak

Kitabı konuşmak

Mehmet Erkurt
10 Eylül 2014

Sanatı, kurguyu, kitabı konuşmak; yaymak ve duyurmak zorundayız. Hem onu, hem de kendimizi var etmek için. Hangi gün hangi kötü sürprizin karşımıza çıkacağını bilmediğimiz şu “insan dünyası”nda birilerine yardımcı olmak ve ayıplara müdahale etmek istiyorsak, sağlam durma önceliğimiz ve dayanak noktalarımız konusunda kendimize dürüst olmakla başlamamız en iyisi.

(Görsel: Étienne-Louis Boullée)

Sosyal medya esas medya olalı, hiçbir acıdan, haksızlıktan, felaket ya da suçtan kaçmıyor gözümüz. Doğrudan bakıp görsek de, sadece maruz kalsak da, daha çok “haberdarız” olan bitenden. Aslında ilginç bir çağı yaşıyoruz; çünkü insan, hiç bu kadar bilgiye boğulmamış, gündemi bu kadar içmemişti.

İçtiğimiz bu gündemden sarhoş olmamak için, alımladıklarımızı sindirmek için hâlâ çaba sarf etmemiz gerekiyor. Çünkü bir şeyi daha gördük bu süreçte: Acıları yaşayan değil de izleyen olduğumuzda, bilmemiz, farkındalık geliştirmemiz, paylaşıp afişe etmemiz ve nihayetinde isyan bayrakları çekmemiz, adaleti ve çözümü garanti altına almıyor. Bazen, bildiğimizle kalmanın ağırlığı altında ezilmemeyi öğrenmemiz gerekiyor.

İnsan ve dünya sağa sola savrulurken; yaşamlara ve haklara bu kadar doğrudan ya da dolaylı saldırılar düzenlenirken, gündem de kızgın yağ gibi kaynıyor. Öncelikler karışıyor, sıralamalar bozuluyor, odaklar şaşıyor. Gündemin sundukları, günün yoğunluklarının önüne geçiveriyor. Elenmesi gerekirmiş gibi gösterilen konuların başında da, edebiyat ve diğer sanat ürünleri geliyor. Edebiyat, ancak gündemde bir işlevi varsa öncelik kazanıyor. Ancak siyasi bir mücadeleyi ya da durumu ifade ediyorsa, söz konusu savruluşlara ilişkin çözüm öneriyor ya da duygudaşlık sergiliyorsa, “konuşulur” olmayı hak ediyor.

Bir kısım buna külliyen itiraz edecektir: “Tam da böyle savruluş anlarında kurtarıyor bizi edebiyat ve sanat! Hatta, böyle zamanlarda bilhassa değerliler!” Doğru. Çok doğru. Onlar olmasa, hepten yemiştik kafayı. Okumasak, izlemesek, herhalde çoktan boğulup gitmiştik. Hem de akciğerler tıkır tıkır çalışırken, zihin zehirlenmesinden. Ama benim demek istediğim başka. Hep sözü edilen şu, “Herkes kitabı alıyor ve hakkında konuşuyor da, acaba okuyor mu?” kuşkusunun tersine bir vurgu benimkisi: Okuyanların bile kitaptan söz etmez ya da edemez hale gelmesi.

Kitabın öncelik teşkil edememesi. Duyulur, dinlenir ve mesele edilir olmaması. Yani, modern ve asırlık tabirle haber ya da gündem olmaması. On yıllık tabirle ise “beğenilir”, “paylaşılır”, “etiketlenir”, “re-gösterilir” olmaması. Birey(selliğ)in sessiz köşesine itilmesi.

ON8 olarak biz de düşünüyoruz: Bu duyarlılıklar silsilesinde, kitabı, edebiyatı, genç okurluğu nasıl gündem edeceğiz? Zor zamanlarda, cevabını bulması daha da zorlaşan bir soru bu. Sormaksa, kaçınılmaz. Çünkü kitapların ve diğer sanat eserlerinin, gündemdeki savruluşları temel almasalar ya da onlara doğrudan eşlik etmeseler dahi, sırf bizi hayata karşı ayakta tutuşları nedeniyle bile konuşulmayı hak ettiklerini düşünmezsek, var olamayız. Sadece yayınevleri olarak değil, okurlar olarak da.

Bizler sanatı, kurguyu, kitabı konuşmak, yaymak ve duyurmak zorundayız. Hem onu, hem de kendimizi var etmek için. Hangi gün hangi kötü sürprizin karşımıza çıkacağını bilmediğimiz şu “insan dünyası”nda birilerine yardımcı olmak ve ayıplara müdahale etmek istiyorsak, sağlam durma önceliğimiz ve dayanak noktalarımız konusunda kendimize dürüst olmakla başlamamız en iyisi.

Bu dürüstlük de, şu itirafı kaçınılmaz kılacak, kuşkusuz: Acıları ve mağduriyetleri bizzat yaşamıyor, belli bir mesafeden görüyor ve ele alıyorsak; çözümlerini de kendimize bir sorumluluk, insani bir görev tayin ettiysek; edebiyat ve kitap bizler için lüks değil, sıkı birer önceliktir.

Onları okumak kadar, olduklarından daha var kılmak da öyle.

 

, , , , , , ,
Share
Share