Kitapçılı bir tatil
Herhangi bir okula giden arkadaşlarımız, ki hemen hemen hepiniz oluyor galiba, şu sıralar hak edilmiş bir tatilin tadını çıkarmakta. Bazen sosyal medyada ya da dergiler ile gazetelerde kayak tatillerinden falan söz edildiğini duyuyorum, ama ben başka bir dinlenme şekli, bir yere gitmeden tatil yapma yöntemi önereyim dedim. ON8 okuduğunuza göre, kitaplarla aranız da iyi olmalı. Benim aram iyi, biliyorsunuz. Kitaplar, kitap fuarları, sahaf festivallerinden söz etmek için hiçbir fırsatı kaçırmam. Kitapların bulunduğu yerler bana kutsalmış gibi gelir. Maymun iştahlı olduğumu, her şeyden bir süre sonra sıkıldığımı söyleyen anneme, bundan herhalde altmış yıl önce, “Ama kitap okumaktan bıkmadım,” demiştim. Bir meslek sayılır mı, bilemem, ama kitap okumaktan hiç bıkmadım, eve yeni kitap gelince de hep bayram ettim. Kitapların bana mutsuzluk verdiği hiç olmaz mı peki? Olur tabii. Çok birikirlerse, nasıl okuyacağım diye karalar bağlıyorum.
Çok gezen mi, çok okuyan mı sorusuna ise elbette ikisi de diye cevap veririm. Gezmeyi sevdiğim için olsa gerek. Ama çeşitli nedenlerle merak ettiğim yerlere gidemeyince (maddi durum, sağlık durumu, işi bırakamamak), oturup karalar bağlamaktansa okumak en iyisidir derim. Tercihen, sevdiğin, güvendiğin yazarları okumak… Ama, eğer kısalı uzunlu bir tatil söz konusuysa, en iyisi güvenilen kitabevlerini ziyaret etmek, yeni kitaplar bulmak ve o kitapları okumaya orada başlamaktır. Ben de öyle yapayım dedim.
Ancak, şehrin bütün çocukları tatilde olunca herhangi bir kitapçıda da bir kalabalık, bir koşuşturma, bağırış çığırış bekliyorsun tabii. Bu tatil hiç öyle bir tatil olmadı ama. En sık gittiğim kitapçım Remzi’ye sessizlik ve sükûnet hakimdi geçen hafta sonunda. “N’oldu bugün buraya?” dedim. “Sokağa çıkma yasağı mı var?” Çocuklar, “Ee, tatil işte, aileler tatile gitti,” diye cevap verdi. “Kayak tatili” lafını da ilk orada duydum galiba. Fırsattan istifade, kitapçımı ağır ağır dolaştım. Yandaki kafesinde oturup aldığım kitaplara baktım, defterlerle ajandalara da birazcık bulaştım. Dükkân çok sakindi, çok güzeldi.
Severek oturduğum, sık sık uğradığım ya da uğramaya çalıştığım başka kitapçılarım da var. Mesela Göztepe’ye yakın, Bağdat Caddesi üzerindeki Gergedan. Adını, Enis Batur’un da onayıyla, yıllarca çalıştığımız Gergedan adlı dergimizden almış. Enis, eski ortağı Tarık Bey’in Gergedan adını ve logosunu kullanmak istemesine memnun bile olmuştur. Butik tabir edilen cinsten, sizinle ilgilenilen, personelini tanıdığınız bir kitabevidir Gergedan. Yıllarca, eski yerinde de (Caddebostan), yenisinde de bize yuva olmuştur. Pandora’yı çok severim, ama yeni yerinde oturmak mümkün değil. Ben de o merdivenleri tırmanıp üst katlara çıkamıyorum. Robinson Crusoe 389 ise, özellikle SALT’tayken koltuklara kurulup yenisiyle eskisiyle kitapları rahat rahat inceleyeceğimiz bir yerdi. Yeni bir yer değişimi ile birlikte, arkadaşım Seda’nın kendini emekliye ayırması da biraz ayağımı kesmeme sebep oldu. Çünkü sevdiğimiz kitapçılara bizi bağlayan, biraz da orada çalışan dostlarımızdır.
Sevdiğim bir kitapçıda dolaşırken rastlayıp satın aldığım The Yellow-Lighted Bookshop: A Memoir, a History ise, Lewis Buzbee’nin bir kitapçı dükkânı üstüne anı kitabı. Yazarla aramızda bir tür ruh kardeşliği olduğunu keşfetmiştim. O güzelim kitapların eşsizliğinin farkındaydı. Onları koklamayı, onlara dokunmayı seviyordu, raflar arasında kaybolmaktan keyif alıyordu. Diğer ruh kardeşleri de vardı tabii, sessizlik içinde kitapçıda dolaşan ya da kitapları inceleyen diğer okurlar…
Başka hangi kitapçılar var, gönlüme yakın? Bizim tarafta, Kadıköy’deki Akademi 1971 kitabevi elbette. Burası Nişantaşı’nda Hadi Olca Ağabey’imizin açtığı, edebiyatçılarla sadık okurların merkez üssü halini almış aynı adlı kitabevinin yerini tutuyor bizim için. Açanlar da Hadi Bey’in oğlu Muzaffer ile kitapçı, yayıncı, yazar dostumuz Özcan Sapan. Aşağıdaki kütüphanesi, kafesi, rahat koltukları ile bir kitapsever cenneti.
Başka ne kitabevleri vardır kim bilir? İnsan ancak yakınında olanlara hâkim olabiliyor. Geçmişteki kitabevlerimin içinde unutamadığım ise, 14-15 yaşındayken Ankara’da her gün gidip, bugün de sakladığım İngilizce kitapları aldığım Tarhan Kitabevi’ydi.
İşte böyle. Lafını ederken bile ağzımın kulaklarıma gitmesine engel olamıyorum. Sizin de sevdiğiniz yerler vardır mutlaka. Gereksiz Şeyler gibi, kendine yakışmayan adıyla bile bizi cezbeden, çok sevdiğimiz serileri ve çizgi romanları barındıran küçük çapta cennetler gibi. Eğer “kayak tatili”ne gitmedikse, evde münzevi bir program uygulamaktansa, sinema ve konser aralarında belki de en iyisi, sevdiğimiz ve bildiğimiz bir kitapçıya kapağı atmak. Şansınıza bir keşifte de bulunursanız, lütfen bana da haber verin.