Kitaplararası ruh göçüne inanır mısınız?
Tanrım bana kitap dolu bir evle,
çiçek dolu bir bahçe ver.
Konfüçyüs
Kütüphaneler gizli birer devlet gibidir ve hepsinin kendine özgü kaderleri vardır. Özellikle bir kentten öbürüne gidip geldiğim ve daimi bir göçebe oluşumu herkese ispat ettiğim şu son yıllarda, bu fikre iyiden iyiye inanmaya başladım. Gittiğim yerlerde geçici evlerim, odalarım oldu. Sahip olduğum ve sevdiğim her şeyi yanımda taşımama imkân yoktu tabii. Bu yüzden birbirinden güzel ve renkli ayakkabılarımdan vazgeçtim önce. Birkaç maaşlık giysilerimi birer ikişer dağıttım. Asla atamam dediğim fazlalıklarımı attım. Eşyalarım azaldıkça bavullarım küçüldü sanmayın. Bavullarım da, her taşınma seansında eve gelen nakliyatçıların oflaya puflaya taşıdığı kitap kolilerim de baki kaldı. Çünkü benim asla vazgeçemeyeceğim küçük devletçiklerim vardı. İçimde, derinlerde bir yerde, her şeyin ötesinde “okumanın çokanlamlılığı” ile gittiğim ülkeler, kentler, adalar, yerler kadar benim olan ve bana yepyeni yollar açmaktan hiç yorulmayan, eskimeyen yüzlerce hikâyem vardı.
Benim gibi okumayı çok seven ve kitap satın almayı hayattaki en büyük zevki haline getirmiş insanlar bilir ki, yeterince geniş bir kütüphaneye sahipseniz eğer, yeryüzünün en soylu krallığına sahipmiş gibi davranırsınız. Yolu krallığınıza düşen her yeni kitap, gururunuzu biraz daha okşar. Ve birine şöyle demek, çok güzeldir: “Evet, buradaki kitapların hepsini okudum.”
Bundan birkaç hafta kadar önce, ismi Michael Seidenberg olan New Yorklu bir kralla tanıştım. Uzun yıllardır Brooklyn’de işlettiği kitapçı dükkânının kirasını ödeyemez hale gelince burayı kapatmak zorunda kalmış. Fakat gerçek kralların ne kadar cesur olabileceğini masallardan hatırlarsınız. İnanmak, istemek ve çok sevmek… Bu üç anahtar kelime, sonsuzlukta her şeyin başlangıcı… Mis gibi kokan, taptaze bir yenileniş; bir nevi devam ediş… Ne de olsa insanın yaratıcı düşüncesinin sonu yok ve bana kalırsa, insanlığa dair en güçlü umut da bu ilencin içinde saklı. Michael de mecburen devrettiği kitapçı dükkânının ardından Manhattan’daki üç odalı evini gizli bir kitapçıya çevirmiş. Şimdilerde dünyanın en muhteşem kitapçıları listelerinde ilk 10’a girmenin gururu içinde. Yarattığı bu yeni yerde, kirpikleri yorgunluktan hışırdayana kadar okumak isteyen insanlar için de pek çok kuytu köşe oluşturmuş. “Her insan okumak istediği kitabı alıp evine götürecek kadar şanslı olmayabilir,” diyor Kral Michael. “Benim kütüphanem herkes için…”
Kütüphaneler, çocukluğumdan bu yana ruhumun tek dinginlik noktası. Bu yazıyı okuyan pek çok kişinin de benim gibi hissedeceğini düşünüyorum. Çünkü kitaplararası ruh göçüne duyduğumuz inanç, bizi birleştiren yegâne güç. İnsan, kütüphaneler arasında yaptığı yürüyüş sırasında belki de bin kapının önünden geçiyor. Evde, kitaplar ve yazılar arasında kalmaktan hoşlanan kişiler iyi bilir, hikâyeler şu dünyadaki pek çok insan için dingin bir var olma biçimidir. Bir süreliğine de olsa yaşamın kısalığını silip süpürür. Kitapların dünyasında sanki önümüzde sınırsız bir zaman varmış gibi yaşar ve yüz yıl sonrası için bile birbirimize randevu verebiliriz. Bu yüzdendir ki kütüphaneler, bize her şeyin armağan edildiği en güzel ülkelerdir. Milim milim özgürleştiğimiz, çoğaldığımız ve ölümsüzleştiğimiz bu yerlerde hem her şeyi yaşamış bitirmiş, hem de henüz hiçbir şey yaşamamış, hiçbir şey tatmamış gibi hissederiz kendimizi.
İnsanın gördüğü onca kent, manzara, mekân ve yol… Hepsinin kesiştiği yer, bir kitap olabilir benim düşüncemde. Bavullarımın tıka basa kitapla dolu oluşu da bundandır. Her yere seve seve taşırım onları. Böylelikle, gittiğim yerlerin bir anlamı olur. Dünya, bavulumdaki hikâyelerle daha yaşanılası bir yer olur düşümde.
Birbirimize dingin ve umutlu cümleler sunabileceğimiz bir hafta olsun dilerim.
İyi sözler ve iyi niyetle yazılmış öyküler, ne kadar da zengin!