Kuyrukluyıldızın peşinde
Bilmem Angela Nanetti’nin kitaplarını sever misiniz? Örneğin, Dedem Bir Kiraz Ağacı / Mio nonno era un ciliegio ve Hikâye Ormanı / Agata, la volpe e l’uomo nero gibi… Ben çok seviyorum. Herkes de çok seviyor gibi görünüyor ama sonra oturup da kitaptan söz eden bir yazı yazdıklarında ya da kitap üzerine konuştuklarında, bir bakıyorsunuz, aslında senin sevdiklerinden bambaşka şeyleri sevmişler.
Nanetti’nin en son okuduğum kitabının adı Kuyrukluyıldız Eken Adam / L’uomo che cultivava le comete. Gene çocuk dünyasında mutlulukla endişeyi, özlemi harmanlamış Nanetti. Bu romanda Küçük Arno, umudunu bir kuyrukluyıldıza bağlıyor. Babasını ona getireceği ümidiyle, yaklaştığı söylenen kuyrukluyıldızı bekliyor. Öğretmeni ne demişti? “Bin yılın en büyük kuyruklu yıldızı. Olağanüstü bir olay.” Yıllardır görülmemiş bir kuyrukluyıldız, göklerin kraliçesi… Acaba sahiden de babasını getirecek mi?
Arno, İtalya’nın bir köyünde annesi Myriam ve küçük kardeşi Bruno’yla yaşıyor. Bruno, hemen mutlu olan, gülmeye başlayan, uysal bir çocuk. Hemen dertlenen Arno ise, annesine göre, İsbue gölcüğü gibi. “Renginin değişmesi için küçücük bir bulut yetiyor.” İsbue, köylerinin adı. Arno’nun adını takan da annesi: “Ateşten kavrulmuş taşı çalmak ve sevdiği kadını kurtarmak için cehenneme inen şövalyenin ismi.”
Arno, kardeşi Bruno gibi hemencecik mutlu olamasa da, kendince çok güzel bir hayat sürüyor aslında. Artık “göklerdeki iyi kalpli kral Urianus”un ülkesine giden, Myriam’a annelik yapmış yaşlı Nenele’yi hiç ihmal etmiyor. Myriam nasıl Nenele üşümesin diye soğuk havalarda evde ateş yakıyorsa, Arno da mezarını ziyaret ediyor; ona salyangoz ve çiçek götürüyor. Çünkü yaşlı Nenele, salyangozları çok severmiş. Arno, aynı zamanda köyün muhtarı olan fırıncı Bay Lorenz’in yaptığı ekmekleri okula gitmeden önce yerlerine dağıtıyor. Annesi de Bay Lorenz’in yanında çalışıyor zaten. Fırıncı onlara sıcacık ekmekler, çörekler veriyor.
Bay Lorenz, onun sözünü dinleyen Bruno’yu daha çok seviyor. Çünkü Arno dik başlı. Annesi ve sevgili koyunu Cocó gibi. Gerçi Arno kızınca, ona Urianus ülkesinin en aptal koyunu der ama, Cocó çok akıllıdır. Hatta sıra kuyrukluyıldızı bekleyip en uygun anda dilek dilemeye gelince, Arno bu konuda ona kardeşine güvendiğinden daha fazla güvenir. Bu dilekleri babalarını getirir mi, bilinmez, ama Arno’da hiç değilse babasından gelen mektuplar vardır. Çünkü her Noel oğluna bir mektup yazar uzaktaki baba. Arno da ona yazdığı cevapları, yanlışlarını düzeltsin diye önce mutlaka Bay Lorenz’e okutur.
Pek dost canlısı bir çocuk değildir Arno. Annesinin, babasını kimsenin bilmediği iki oğul doğurmuş olması da köyde pek sevilmelerini sağlamaz. Üstelik Myriam, kimseninkine benzemeyen giysileri, göz alıcı saçları olan ve dans gecelerinde geç saatlere kadar dışarılarda kalan genç bir annedir. Çocuklarıyla çalışır, eğlenir, onlara masallar anlatır. Yani, benim kitabımda iyi bir annedir.
Peki, Bay Lorenz iyi bir adam mıdır? Sonuçta, bir müddet gözden kaybolup, sonra da bir şala sarıp göğsüne bağladığı çocuğuyla kapısına dayanıp iş isteyince Myriam’a iş vermiştir. Birazcık söylense de… Ama onlara bir anlamda iyi davranır. Öğlen yemekleri pişirip dükkâna çağırır, Arno’ya okula gitmesi için ısrar eder… Köydeki herkese göre, evet, Bay Lorenz iyi bir adamdır. Doğrusu, benim kitabımda pek öyle sayılmaz. Çünkü, her şeyden önce, insanları değiştirip kendi kalıbına uydurmaya çalışıyor o. Arno, annesinin de Bay Lorenz yüzünden yavaş yavaş değiştiğini, artık köydeki kadınlar gibi giyindiğini, geceleri dansa gitmediğini fark ediyor. Ama o zaman Myriam, Myriam olmaz ki artık!
Tanıtım’dan bir alıntı yapayım: “Mutluluğun ne kadarı uyum ve kabulleniştir, ne kadarı hayal ve arayış?” Bilmiyorum ki, kim olduğunuza göre değişiyor… Aslında bu dünyada rahat etmek için uyum ve kabullenişi seçmek gerek belki. Ama o zaman hayallere ve arayışa “son” mu demek gerekiyor? Öyleyse, İsbue gölcüğü gibi olayım, heyecanla kuyrukluyıldızı bekleyeyim, hiç gelmemiş babamın yolunu gözleyeyim, daha iyi. Annem gene danslara gitsin, ben de okula gideceğime dağ bayır dolaşayım. Karanlıkta bile ormandan geçeyim, korksam da! Köydeki terk edilmiş kulübenin bacası belki o zaman yeniden tütmeye başlar…
İnanıyorum ki, Angela Nanetti de benim gibi düşünüyor.
—