Niye spor yazasın ki?
Spor, kitlelerin peşinde koştuğu bir alan, hele ki Türkiye gibi ülkelerde. Bir işin içinde kitle varsa orada güç ve sorumluluk da vardır. Evet, spor hakkında yazmak-çizmek bir anda çok sayıda insanın dikkatini çekmeye yetiyor. Ancak “15 dakikalık şöhret”inizi nasıl kullanacağınız çok önemli. Burada ister istemez hayatla ne derdiniz olduğu devreye giriyor. Ne yapmak istiyorsunuz, dünyaya bir mesaj vermek isteseydiniz bu ne olurdu, siz kimsiniz?
Ben tesadüfen başladığım spor gazeteciliğini yaparken hep bunu düşündüm. Herkesin önemsediği bir konuda konuşurken ne söylemek isterim? İnsanlar sporu nasıl anlarsa mutlu olurum? Kimseye akıl öğretmek gibi olmasın ama kitlelerin bu kadar ilgilendiği bir işle ilgileniyorsanız, işinizi yaparken o kitlenin çıkarını düşünmek durumundasınız gibi geliyor bana. Kaldı ki yaptığınız iş gazetecilikse, bu zaten mesleğinizin tanımının bir gereği.
Dolayısıyla ben hep şunu düşündüm; neden televizyonda bu sporu anlatıyorum ya da gazetemde neden yazıyorum? İzleyen ya da okuyan niye izliyor? Bizim -kamu olarak- bu işten çıkarımız ne? Eğer bu, birbirimizin dikkatini dağıttığımız bir çeşit zihin sakızıysa, niye bunu çiğnemeye devam ediyoruz? Değilse ya da başka bir şey olabiliyorsa, ne olmalı?
Sporun doğasında bir sürü şey var ama bence en önemlisi doğal olması. Spor dediğimiz şey, aslında kurumsallaşmış oyundan başka bir şey değil. Oyun da yalnızca insanların bile değil, tüm canlıların doğasında var. Yani spor istediği kadar bir sektöre, işe ya da endüstriye dönüşsün, içinden insanı çıkartamıyorsunuz. Spor, insanın aleyhine çalıştığında önünde sonunda kendisiyle çelişiyor. Kitlelerin dikkatini istediğiniz kadar dağıtın, bunu fark edeceklerdir.
Spor bu kadar değiştirilemez biçimde insaniyse, sporun üzerinden insana dair mesajlar vermek fazlasıyla mümkün demektir. Eşitliği, kardeşliği, dayanışmayı, özgürlüğü, iyi niyeti ve daha birçok şeyi spor üzerinden anlatabilirsiniz. Sporun içinde bunları barındıran yüzlerce hikâye var. Evet, başka ve kötü bir sürü şey de var, üstelik çoğu zaman onlar daha baskın çıkıyor. Ama hayat da böyle ve yaşamaktan vazgeçmiyoruz, öyleyse bundan niye vazgeçelim? Yalnız şunu da söyleyeyim, bu söylemesi yapmasından çok daha kolay olan bir şey. Şikenin, dopingin, hilebazlığın ve paranın üzerine kurulmuş bir düzenin içinde hayal kurmak çoğu zaman epeyce zorlaşabiliyor. Bu işi seçecekseniz, umudunuzun kolay kırılmayacağından emin olun.
Sekiz yıllık spor gazeteciliği hayatımda internet sansüründen, Kanada’daki fok katliamlarına, insan haklarından Afrika’daki özgürlük mücadelelerine kadar pek çok konuyu ele alma fırsatım oldu. Bunu yapabildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum. Ancak dürüst olmak gerekirse, hayat kadar vazgeçemeyeceğiniz doğrularınız varsa günümüz medyasında küçücük adalara hapsedilmeye mahkûmsunuz. Ana akım spor dünyası da, medya da bu işi “zihin sakızı” olarak tutmaya kararlı, çünkü birileri bu işten büyük paralar kazanıyor. Yel değirmenleriyle savaşacak gücünüz varsa gelin derim.
Buraya kadar anlattıklarım hep kendi hayata bakışımla ilgili, farkındayım. Ancak spor dünyasında/medyasında bu işi böyle görmeyenler zaten çoğunlukta. Ben de hazır bu fırsatı bulmuşken kendim gibilere seslenmek istedim. Çünkü Lennon’ın dediği gibi, “Ben bir hayalci olabilirim, ama tek hayalci ben değilim.” Bunun böyle olduğuna inanmaya şu an her şeyden fazla ihtiyacım var.
Görsel: Maxcdn