Noel’den önceki gece
Bu, küçük bir kız düşüp dizini yaraladığında
anlatılması gereken bir masaldır…
Aleksandar Prokopiev – Renkli Mendillerin Dansı
Eski Sümerler’in inanışına göre, dünya iki nehir ve aynı zamanda da iki gök arasındaki bir toprak parçasından ibaretmiş. Yukarıdaki gökte hükmeden tanrılar yaşıyormuş ve aşağıdaki gökte ise çalışan tanrılar… Yukarıdaki gök daha sakin, daha durgun bir maviliğin üzerine kurulu iken, aşağıdaki gök daha karmaşık, daha alacalı renklerin dünyası olarak tasarlanmış. Burası, tamamlanmamış işlerle doluymuş hep. Yürünmüş terliklerin, eprilmiş yünlerin, denize açılmış yelkenlerin, telleri dökülmüş süpürgelerin, yenilmiş yemeklerin, okunmuş mektupların, tükenmiş mürekkeplerin ve unutulmuş hikâyelerin dünyasıymış burası. Ve günün birinde, Nikolas isminde tombul, sevimli bir çocuk; yukarıdaki tanrıların takdiriyle, çalışanların dünyasında açmış gözlerini bu âleme. Soğuk bir iklimde doğduğu için olacak, her daim pek kalın ve bol yünlü giysiler giyermiş… Annesi, daha en başından en çok kırmızı rengi yakıştırmış oğluna. Kırmızıdan başkasını bilmemiş Nikolas. Doğrusu, severmiş de bu cesur rengi.
Aşağıdaki gök, çalışanların göğü ya; küçük Nikolas da çocuk yaşta başlamış çalışmaya. Bu alacalı âlemde kendine bir iş bulup buluşturmak güç değilmiş. Zira yapacak çok çok şey varmış burada. Nikolas, bir oyuncak ustası olmayı yeğlemiş. En yakın dostları olan Elfler’le birlikte gece gündüz demeden küçücük bir atölyeye kapanıp, aşağı göğün tüm çocukları için sayısız oyuncak yapmış ve uçan geyikleriyle beraber ayın yarenliği sayesinde bütün bu oyuncakları çocukların yaşadığı evlerin bacalarından birer birer aşağıya bırakmış. Yanlarında çokça havuç, kurabiye ve biraz da sütle birlikte…
Nikolas, hayattan yaş aldıkça gitgide büyüyen göbeği ve uzayan kır, dalgalı sakallarıyla pek sevimli, pek tonton bir adama dönüşmüş. Bir masal kahramanı denli neşeli, yaldızlı gözleri varmış zaten. Hani her bakışında binlerce yıldız uçuşturan türden… Ve Nikolas, ihtiyarlayan bedenine ve zayıflayan gözlerine rağmen ölene dek el çekmemiş oyuncak yapımından. Kendi elleriyle yarattığı her oyuncağın içine bir parça umut tohumu serpiştirirmiş, bu onun ebedi sırrı imiş. Çünkü marifet, oyuncak yapıp bacalardan içeri atmakta değilmiş elbet. Marifet, kahverengi bir günü sarıya döndürebilecek denli umutlu olabilmekte ve bu umudu, arsız sarmaşıklar misali dolayabilmekteymiş gönüllere. Nikolas’ın yaptığı oyuncaklar bir çocuğun eline değdi miydi, muhakkak mavi bir umut boy verirmiş o çocuğun gözlerinde. Nikolas’ın oyuncaklarının düştüğü bacalarda ise, yaşam tutuşurmuş her defasında, koca koca yanardağlar gibi patlar, yayılırmış etrafa. Yaşamak dediğin bir kıvılcımdan ibaretmiş hem, içeriye göçer gibi derinden ruha doğru büyüdükçe büyürmüş.
Nikolas’a, “Noel Baba” denir olmuş zamanla. Noel’den önceki geceleri seçermiş oyuncaklarını armağan etmek için. Nedeni bilinmez… Belki de yalnızca canı öyle çektiği içindir. Yahut yeni bir senenin umudunu da avuçlayarak diğer her şeyin umuduyla birlikte zerk etmek içindir çocuklara. Kim bilir… Nikolas artık aramızda değil, yanıtını sorup öğrenemeyiz ya… Hem merak da güzel şey doğrusu. İnsanın dimağını zinde kılıyor.
Nikolas’ın, fokur fokur umut ve neşeyle dolu oyuncakları uzun zaman bir sevinç kaynağı olmuş çocuklar için. Ve sonra yetişkinler için de tabii. Bıkkın ve kırgın geçen kimi senelerin sonunda insanlar bu dâr-ı dünyaya tahammül edebilmek için bir ümit ışığı yakalar olmuşlar Nikolas’ın varlığıyla. Bacalarını daha iyi temizlemişler ve şöminelerine küçük, sevimli çuvallar bırakmışlar. İçleri, en azından onları bir senelik daha idare edecek kadar umut kırıntısıyla dolsun diye. Yalan yok, dolmuş da…
Noel denilen şey, aslında bir gurub-i şems imiş aşağıdaki göğün sakinlerine. Bir gün batımı yani… Yeni senenin yeni rakamıyla birlikte yeniden doğarmış güneş. Yeniden ısınırmış toprak. Yenilenirmiş dünya. Ve pek önemsenirmiş Noel’den önceki gece. Havf ve reca* yer değiştirirmiş o zaman. Korku ve kaygı yerini ümide devredermiş sonra. Yerdeki ve gökteki nehir birleşirmiş o vakitte. Tanrılar ve insanlar birbirlerini severlermiş koşulsuzca, yargıdan uzak…
Ben söylemiyorum ki, masal söylüyor.
Masal, birbirinizi sevin artık diyor. Hiç değilse bir sonraki Noel’de…
Hiç değilse bir sonraki şems üzerinize indiğinde…
Hepimize gün ışığı kadar aydınlık seneler dilerim!
Yaşamak tutkusu eksilmesin günlerimizden…
*Korku ve ümit