Eylül ayında yayın hayatına başlayan ON8, yalnızca kitaplarıyla değil, yayıncılığa yaklaşmıyla da başka bir açı yaratmaya çalıştı, çalışıyor. Manifestomuzda da söylediğimiz gibi, “ON8, nihayetinde edebiyat demek… Özellikle gençle buluşmayı seven bir edebiyat, belki… ON8, gençliği anlatan edebiyatı seven herkes için edebiyat demek… Sana, bana, size, bize, onlara… Okurlara, yazarlara, hem genç olanlara hem de “genç”e dair olanı unutmayanlara…”
Yayıncılığı ilgilendiren her türlü haberin, yazının yer aldığı bir yayıncılık blogu, bir edebiyat portalı olan WeBlog’umuz, yayıncılığı hiç de ilgilendirmeyen konularda blog yazılarını da barındırarak bu hafta sonu sekizinci ayını dolduruyor. Önceliği ve şevkini edebiyattan alan WeBlog, Türkiye’nin de dünyanın gündemine de bağlı kalarak bambaşka bir kültür portalı hâline gelmeyi amaçlamıştı. Aldığımız tepkilerden ve yorumlardan bunu başardığımızı da görmek bizi sevindiriyor. WeBlog’da kitaplarını tanıtmamızı isteyen yayınevi ve yazarlar bile oldu, biz bunu mutlulukla ve hafif bir gülümsemeyle karşıladık. İlgi gösteren herkese teşekkürler.
Öncelikle bir edebiyat markası olarak ON8‘in çıkardığı kitapları sizlere bir kez daha hatırlatmak istedik. Aynı zamanda bu kitaplarla ilgili WeBlog yazılarını da tek bir başlık altında toplayalım, dedik. Sonra, dedik ki niye kendi kendimize konuşuyoruz, niye bunu yazıya dökmüyoruz?
Sözü daha fazla uzatmadan:
İdam mahkûmlarını, daha sonra öldürebilmek için ölümü beklerken canlı tutuyorlar. Mahkûmları, zamanı geldiğinde yargılayabilmek için, intihar etmesinler diye gözetim altında tutuyorlar. Hiç anlamlı değil. Birini ölüme mahkûm etmek doğal ama insanların bunu kendilerinin yapması değil, öyle mi? Size ne düşündüğümü söyleyeyim: Kendinizi öldürmeye çalıştığınızda insanlar sinirleniyorlar; çünkü bu, onların sizin hayatınızı birazcık bile kontrol edebilmesini engelliyor.
|
*
Neyse işte, karar verildi. Önümüzdeki hafta sonu gidiyoruz. Annem ve babam cumartesi günü bizi İgea’ya götürüyor ve biraz parayla, üst üste koyulduğunda boyu boyumu geçen çok sayıda nasihatle bırakıp, pazar günü şehre dönüyorlar. Gabri ve ben, ben ve Gabri yalnız kalıyoruz. Biz. Var mısın, yok musun’a Varım demeye karar verdim. Bir sonraki cumartesi günü geri gelip bizi alacaklar. O aradaki sürede başımıza neler gelecek bilemiyorum.
|
*
Babam bu sabah odama geldi; oda kapısını çok kararlı bir hareketle arkasından kapadı ve çalışma masamın sandalyesine oturdu. Tuhaf bir görüntüydü bu, çünkü oraya hiç oturmaz, odama neredeyse hiç gelmez. Bir süre yatağımın üzerindeki posterlere baktı, beğendiğim şarkıcıların posterlerine. Lizzy ile benim fotoğraflarımıza ise özellikle uzun uzun baktı, bir arkadaşımın olduğu daha önce hiç dikkatini çekmemiş gibi.
“Demek meşhur Lizzy bu,” dedi ve sadece “Lizzy” ya da “en iyi arkadaşın Lizzy” değil de “meşhur Lizzy” demesi hiç hoşuma gitmedi.
|
*
Bir bütün olmuştuk. Mükemmel uyum. Her şey yolundaydı. Son derece yolunda. Tam istediğim gibi. Kenara, ağacın gövdesine doğru bıraktım kendimi. Kandan, nefesten, terden boşanmışçasına. Kendimden boşanmışçasına. Küçük, tatlı bir ölüm. Kalbinin kısacık durduğu, sana kendini canlı hissettiren o an. Bana hayat veren rüzgârda titreyerek, uykuya daldım. Gülümsüyordum. Tamamlanmıştım. Erkektim.
|
*
Bağlantı’yı özledim.
İlk ne zaman yerleştirildiğini bilmiyorum. Belki bundan elli ya da yüz yıl kadar falan öncedir. Ondan önce, insanlar ellerini ve gözlerini kullanmak zorunda kalıyorlarmış. Bilgisayarlar, bedenlerinin dışındaymış. Bilgisayarlarını ellerine alıp dışarı çıkarıyorlarmış, tıpkı akciğerlerinizi bir çantanın içine koyup da nefes alması için açık havaya çıkarır gibi.
|
*
Belki de kendi filmimi yapabilirim. Yazıya dökebilir ve kafamda oynatabilirim. Okulda yaptığımız gibi, sahnelerin taslağını hazırlayabilirim. Yaşamımın öyküsü olur bu film. Hayır, yaşamımın değil, yaşadığım bu deneyimin. Yanıma almama izin verdikleri deftere yazarım. Adını da savcı hanımın bana dediğinden koyarım: CANAVAR!
|
*
Üç çocuk, kasabanın kıyısındaki kulübelerden uzaklaşıp göle doğru yürüdü. Günün ilerleyen saatlerinde yalnızca ikisi geri gelecekti. Alice Tully bu hikâyeyi biliyordu. Bu konuda bir kitap bile yazabilirdi. Jennifer Jones neredeydi? Herkes bunu konuşuyordu. Ülkede cevabı bilen yalnızca birkaç kişi vardı. Alice Tully de onlardan biriydi.
|