Önde Zeytin Ağaçları…
Bu hafta bir arkadaşımdan, “Önde zeytin ağaçları, arkasında yâr” başlıklı bir yazı geldi. Aslında bu hafta bir doğa haftasıymış. 8 Haziran’daki “Okyanuslarımız Geleceğimizdir” temalı Dünya Okyanus Günü ile Google’ın Doodle’ı olan ve her yıl 5 Haziran’da kutlanan Dünya Çevre Günü hep aynı haftaya toplanmış.
6 Haziran’da ise yazar, arkeolog, akademisyen ve çevirmen Azra Erhat’ın 102’nci doğum yılını kutladık. Erhat, Bodrum’un “baba”sı olan yazar Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaç) ve yazar, sanat tarihçisi, çevirmen Sabahattin Eyüboğlu ile birlikte Mavi Anadolu ve Mavi Yolculuk’un öncülüğünü yapan kişilerden biri. Kitabı Mavi Yolculuk’ta da bu aydınların mavi yolculuk gezilerini, yaşadıkları kentlere dönünce “sanatsal ve düşünsel üretime” dönüştürdüklerini yazmıştı. Doğan Hızlan da yıllar önce onu anarken, yazardan bir alıntı yapmış:
‘‘Daha yirmi dört saat olmadı mavi yolculuktan döneli. Bakır tepsinin üstünde serili duruyor getirdiklerim. Odada bir deniz, bir yosun kokusu. Gökova’nın yellerine karışınca açıklık, sağlık soluyan bu koku apartman odasının dört duvarı arasında can çekişiyor, ağlardan güverteye sıçrayan balıklar gibi keskin fırlayışlarla çevresini arıyor sanki.’’
Peki, zeytin neden başlıkta? Çünkü gündemin baş maddesi ve üzerine titrenen zeytin ağaçlarının “maden çıkarma uğruna” milyonlarcasının kesilme tehlikesi, sadece zeytin üreticilerini değil, herkesi ilgilendiriyor. Üretici olmayanı da, şehirliyi de, doğa sevgisini kitaplardan edinmiş okurları da… Niye “milli bir mesele” olarak görülmüyor öyleyse? Buna da 1998’deki bir röportajda İsmet Özel, o sıralarda, sahillerde villa yapmak için zeytinliklerin kesilmesine karşı çıkılmayışını eleştirirken cevap vermiş. Yazlığa gitme alışkanlığını doğrudan eleştirmemiş ama.
“Şunu beklerdim,” diyor, “islami hassasiyeti olan insanlar, zeytin ağaçlarından yana çıkmalıydılar. Bunu savunarak bir program oluşturmalıydılar. Zeytin ağacı mı, villa mı? Bir ikilem doğmalıydı. Gidişat maalesef zeytin ağacı da neymiş, ‘villa kimin olsun’ problemi olarak doğuyor.” Demek ki, neredeyse yirmi yıldır bir değişiklik olmamış.
Arkadaşımdan gelen yazı ise Beşir Ayvazoğlu hocanın bir yazısı. Başlığı da “Önde zeytin ağaçları, arkasında yâr”. Yani, Sabahattin Eyüboğlu’nun kardeşi, ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir şiiri. Benim ezberlediğim ilk şiir. Neden bilmem, kimsenin dört yaşında çocuğu aşk şiiri ezberlesin diye teşvik edeceğini sanmam. Hoşuma gitmiş demek. Ellerimi arkamda kavuşturup okurmuşum. ‘R’leri de söyleyemediğim için, (ağaçlağı ağkasında yağğ) bir Fransız havası veriyordu belki de.
Şiirin zeytinli ilk yarısı şöyleydi:
SİTEM
Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
Sene 1946
Mevsim
Sonbahar
Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim
Dalları neyleyim
Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.
Belli ki, öndeki zeytin ağaçları, Eyüboğlu’nun yaşadığı, sevdiği yerlerin doğal bir süsüymüş. Bereketli, güzel ve mübarek bir ağaç. Ayvazoğlu, Refik Hâlid Karay’ın Akşam gazetesinin 8 Eylül 1946 tarihli sayısında çıkan “Dünkü ve Bugünkü Zeytinler” başlıklı yazısında, “Hepimizin hayatında pek lezzetle yenilmiş, unutulmuş bir zeytin ekmek hâtırası yok mudur?” diye sorduğunu hatırlatıyor. Bir de, Akdeniz mutfağının temel malzemesi zeytinyağının önemini. Yaş icabı, zeytinyağıyla büyümüş çocuklarız. Zeytinyağlı ile bitmeyen yemeği, yemekten saymayız. Gerçi rejim furyası hızını kesmiş olabilir, bilemiyorum. Zeytinin kendisini ise çok severim. Lezzetlidir, hazmettirici niteliği vardır. Hatta, canım durduk yerde zeytin isteyince midemin alarm verdiğini anlarım.
Ayvazoğlu’na göre Karay, yazısına zeytinlerde eski tadı bulamadığından şikayetle başlamış. 1930’da piyasayı işgal etmiş zeytinlerden de yakınmış, özlemle eski zeytinleri yâdetmiş. “Zeytinin hususi, pek nazik bir rayihası vardır:” demiş. “Kır çiçeklerindeki gibi belli belirsiz okşayıp kaçan bir rayiha… Zaten rayihaların öylesi hoştur.”
Tuhaf ama, edebiyatta bu çok sevilen, hayatın bir parçası olan meyveyi güzelleyen, tarif eden, hatta sözünü eden yazı bulmak zor. Ayvazoğlu da bundan yakınıyor. Ben, Yaman Koray’ın Remzi Kitabevi’nden çıkan Sığırcıklar’ında, zeytinlere musallat olan bu kuşlardan yakındığını hatırlar gibiyim. Ama ne yazık ki, çoğu kitabım gibi Koray’ınki de kaybolmuş, doğrulayamadım. Sığırcık, zaman zaman böcek yiyerek “hepçil” tanımına hak kazansa bile, zeytini çok sever. Ekşi Sözlük’e göre, “Bir konuşta iki zeytini yutar, birini gagasına alır, iki tane de ayaklarına alır.” Yıllarını Erdek’te geçirmiş Koray da bu kitapta zeytinlere dadanan sığırcıklardan söz ediyordu diye hatırlıyorum.
Biz en iyisi gene Refik Hâlid Karay’a dönelim. Beşir Ayvazoğlu da yazısını, başladığı gibi gene Karay’la bitirmiş madem.
“Akdeniz medeniyeti üzerinde zeytinin rolü büyüktür; zeytin yetişen iklim, iklimlerin en aranılanıdır; ayrıca zeytin dalı bildiğiniz gibi barış remzidir ve unutmamalı ki zeytin ağacının çıktığı yer Anadolu’dur. Yunanistan’a ve başka diyarlara ülkemizden gitmiştir. Asıl talihi şuradadır ki, manzarası fevkalâde güzel, çiçeği kokulu, yemişi koparılınca hemen yenilecek neviden olmadığı halde eski zaman adamlarınca zeytin ağacı fazilet, sulh ve bereket sembolü idi. Meselâ portakal, limon, incir, kiraz, nar ağaçları o nefis ve hassalı meyvalarına, zarif ve süsleyici şekillerine rağmen böyle bir itibar kazanamamıştı.”
Ama bizim gözümüzde görünüşü güzel, meyvesi de çok lezzetli. Barış sembolü olduğunu da unutmadan vurgulayalım hemen. Umarız, bu uzun ömürlü ağaçların ömrü, tamamlanmadan sona erdirilmez. Dünya Çevre Günü’ne de, böylece buralardan iç ferahlatıcı bir selam göndermiş oluruz.