Pervaneni incitme!
“…Zaten edebiyat da, çığlık çığlığa dolaşıp duran kendimizi
‘Gel bakalım hemşerim, nereye gidiyorsun yahu, kendine dön be!’ sarsıntısıyla
bulabilmenin bir tür pusulası değil midir?”
Nuri Pakdil, Büyük Sorgu
“Kitaplar, insanların kaderini değiştirir,” der Dominguez. Bu söze hep güvenirim. İnsan ile insan arasında fark olduğuna göre, kalem ile kalem arasında da fark olacak elbet. Ve hikâyeyle hikâye arasında da… Neticede bir demir parçasından hem nal hem kılıç yapılabildiğine göre, bir kitabın sayfaları arasında gölgelenen hikâyelerin kaderi de buna benzeyecek biraz ve insanın bizzat gönlüne, zihnine dokunabilen kitaplar o insanın kaderine de etki edecek muhakkak.
İnsanların kendileri yerine hikâyelerini hayatta tutma arzuları, bana kalırsa insanlığın bugüne kadarki en büyük başarısı. Zamanın en huzur verici yanı, hikâyeleri eskitemiyor oluşu. Ne ki, yolun henüz başında bir yazar olarak, edebiyatın bir meslek olarak icra edildiğinde son derece yıkıcı bir şeye dönüştüğüne inanıyorum. Böyle olduğunda kalem, sözcüklerden korkmaya başlıyor çünkü. Oysa insanın yazdığı hikâyeler yoluyla hem kendini hem de bütün bir insanoğlunu keşfetme çabası daha anlamlı geliyor kulağa. Bu niyetle yazılmış kitaplar, hıncahınç bir dünya kalabalığından sıyrılıp dokunabiliyor gönüllere. İnsanların kaderini değiştirebilen kitapların pek çoğu da bu nazarla kaleme alınmış oluyor kanımca.
Edebiyat, bir umman deniz… Öyle bir deniz ki, tıpkı ırmaklar misali hikâyelerin ve niyetlerin damlalarından hâsıl oluyor, samimiyetle kaleme dökülen bir yığın sözcük zerresinden başıdumanlı koca koca dağlar büyüyor. Bu yolda bir kitapla cihanı fethetmeye girişmenin lüzumu kişiden kişiye tartışılır belki, ancak aslolan, canları fethetmektir. Her insan koskoca bir dünya demekse zira, bütün bir cihanın yönelip toplandığı yer de tek bir insanın kalbi olabilir nihayetinde. Fakat şuna kesinkes inanıyorum ki, kitaplar insanların kaderini değiştirir. Bu doğrudur.
Edebiyat denizine açılmaya hazırlanan genç gemicilere şöyle diyor Canetti:
“Sadece yazın. Saçmalayabildiğiniz kadar saçmalayın. Aptal olun, duygusal olun. İçinizden gelen her sese kulak verin, dizginleri anlık arzulara bırakın. Dilbilgisi kurallarının, edebi önkabulleri ve söz dizimine dayalı kuralları boş verin. Kırın, dökün, devirin. Kendi keşfiniz olsun olmasın, her türlü kelimeyi kullanın. Nazım veya nesir biçiminde ya da aklınıza gelen abuk sabuk, anlamsız sözlerle oluşturduğunuz gelişigüzel metinlerle öfkelenin, sevin, alay edin. Ta ki, bu yolla kendinizi ve bütün bir insanoğlunu anlamayı öğrenene dek…”
Okurların kaderini değiştirme fikri bir yana, yazmak, özünde bir aşk eyleminden ibaret. Aşkla, tutkuyla kaleme alınan her yazının öyle ya da böyle bir menzili, güzergâhı var. Yazı, gönülleri açan bir anahtar misali… Ve değiştirebileceğim kaderleri düşünmek bir yana, kalemi elime aldığımda, her defasında, ona sadece şöyle seslenirim;
Ey canevimin gizli mumu, sen sen ol, pervaneni incitme.
Umberto Eco’nun dediği gibi, her ne olursa olsun bizler, kitaplar için yaşıyoruz. Kargaşa ve yozlaşmanın egemen olduğu dünyada hoş bir görev bu.
Sizce de öyle değil mi?