SAA-2 / 005 Arkadaş Üçgen
“Kalk Kadir.”
Kalkmıştım aslında. Bizim koridordaki heladaydım. Tepemde üç sinek dolaşıyordu: X,Y ve Z. İnanılmaz üçgenler çiziyorlardı. Hızlı manevralarla sürekli düzlem değiştiriyor, bazen de karşı fayanslara konuyorlardı. O zaman terliğimi çıkarıp elimde sallıyordum. Yine havalanıyorlardı.
Neşeli bir gündü.
Yurtta tatil günleri devam ediyordu. Erkek kokusu, ayak kokusu, apışarası kokusu uzaktı benden. Pencereyi sürekli açık tutuyordum. Bahçede dutlar, ıhlamurlar ve iğdeler vardı. Bazen arılar da giriyordu içeri. O zaman X, Y ve Z’nin keyfi kaçıyordu.
Sinekler mekâncıdır, arılar hazcı.
Masamda duran Yurtkur’un reçel kavanozunu çöpe atınca, iş çözüldü.
X,Y ve Z kılıç bıraktılar. Törenle silahlarını tuvalete attık. Sifonu çektik.
Fark ettim ki, savaşmak istemiyorlar.
“İçimizden en az biri ölürdü Kadir Abi,” dediler.
Bunlar saç arısıymış.[*] Sokunca ölen balarılarından değil yani. O yüzden çok bulaşırlarmış. Üstüne üstüne gelirlermiş insanın.
Aynen bu kelimeyi kullandılar: “İnsanın!”
Gülesim geldi, tuttum kendimi.
Eğer biri bile ölse, üçgen yapamazlardı. Üçgen için üç sinek gerek yurtta.
Anons yine duyuldu.
“Kadir, acilen danışmaya gel!”
Kalktım. Sifonu çektim. Elimi yüzümü iyice yıkadım. Saçlarımı taradım. Yatağımı topladım. Yeniden aynanın karşısına geçip saçlarıma göz attım.
Nerdeyse yarım saat oyalanmıştım aşağıya indiğimde.
Ferdi Abi danışmanın mermer masasına gazete sayfaları sermiş kahvaltı ediyordu. Reçel, zeytin ezmesi, sahanda kavurmalı yumurta gördüm. Ekmeği ikiye bölmüş, kendi payını nerdeyse bitirmişti; kalanı, Kirk Douglas’ın pençelerindeydi.
“Çok geciktin. Kahvaltıya bekliyorduk seni,” dedi Ferdi Abi.
Sahanda bir şeyler kalsaydı ne iyi olurdu aslında.
“Allah’ım, bana dolu bir sahan yolla,” diye dua ettim.
Gözlerimi kapayıp sonra şöyle mırıldandım:
“Allah’ım sen gören ve gözetensin. Burs parası bitti. Sineklerin düzeni bozulmasın diye çilek reçelini atmıştım. Sen her zaman, ‘Tedbirli olun, bu dünyanın iyi ve zor günleri olacaktır sizin için,’ dersin. Beni affet. Çilek reçelini gözden çıkarmamalıydım. Sinekler karnımı doyurmuyor benim. Evet, yarenlik ediyorlar. Dertlerimi dinliyorlar. ‘Geçer be abi,’ dedikleri bile oluyor. Şimdi yine bir imtihandayım. Ne yapacağım?”
Kısık bir ses duyuldu.
“X, Y ve Z’yi ye! Biz onu sana rızık diye verdik.”
“Fakat onlar benim arkadaşlarım. Nasıl yaparım?”
“O zaman içlerinden sadece birini ye. Şekerin düşmez en azından.”
“İyi de, birini yersem üçgen yapamazlar. Aynı doğru üzerinde olmadıkları zaman üçgen oluşturuyorlar sürekli.”
“Bizim size verdiğimiz imkânlar sınırsızdır. İki noktayı birleştirirsin, olur sana bir doğru.”
“Doğru diyorsunuz aslında. Mutlaka bir şeye ulaşıyorum.”
“E, yani. Cahil olma kulum.”
“Fakat hangisini yemeliyim: X, Y ve Z. Üçüne de muhabbet besliyorum.”
“Puhahahhaa! Allah senin belanı vermesin!”
Gözlerimi açtım. Kirk Douglas elleriyle karnını tuta tuta gülüyor.
“Sen mi çıkardın lan o sesi?” dedim.
Gülmekten masanın altına düştü.
Kavurma sahanına baktım. İyice boşalmıştı.
Gece X, Y ve Z’ye olanları anlattım.
Gerçekten endişelendiler.
İşin sonunda onları yiyebilirdim.
Hicret etmeye karar verdiler.
Bin yüz kuşaktır yaşadıkları erkek yurdunu gözyaşları içinde terk ettiler.
Sabaha karşı, Kirk Douglas geldi yanıma.
Sahana dört yumurta kırmış. İki yüz elli gram da kavurma vardı içinde.
Yatakta doğruldum.
“Bunun karşılığı sana bir şey vermem. Hele ki aklına başka şeyler geliyorsa, ölürüm açlıktan daha iyi,” dedim.
Bıyıklarıyla oynuyordu beni dinlerken.
Sonra derin bir nefes aldı.
“Sakin ol Kadir arkadaş,” dedi. “Ferdi Abi’yi yenmemiz için güçlü olman lazım.”
“Yenmemiz mi, dedin sen?”
“Evet,” dedi. “Beraber olursak bunu yapabiliriz.”
“Ama sen…”
“Sen hiç zalimin yanında oldun mu?” dedi. “Hep kazanman gerekir. Her koşulda, her şartta, ne pahasına olursa olsun kazanmak zorundasın. Oysa karşı taraf, yani zayıflar bir defa kazanırlarsa onlara yeter. Sürekli kazanmak imkânsızdır, ama bir defa olsun kazanmak istatistiki bir haldir. Ben matematiğin yanında olmaya karar verdim.”
Oturduğu yerden kalktı.
Karşı duvara idrarıyla bir üçgen çizdi.
“Sinekleri boşver sen. Ne varsa memelilerde var,” dedi.
Gitti.
Yemeğimi ağır ağır yedim.
Karşımda isyanın simgesi duruyordu.
Pis kokan ama güzel iç açıları olan bir şeydi hayat.
[*]Saç arısı: Bal yapmayan yabanarısı.