SAA-2 / 008   Şen, Şakrak, Devrimci

Desen: Merve Atılgan

SAA-2 / 008 Şen, Şakrak, Devrimci

AHMET BÜKE
Sosyal Ayrıntılar Ansiklopedisi - 04 Ocak 2016

Tünelin 17. metresindeydik.

Hatta, 17 metre 38. santimde.

Neden böyle kesin konuşuyorum?

Ferdi Abi, lazer düzeneği yapmıştı. Tünelin başlangıç noktasındaki (tuvalet kuburundan aşağıdaki boşluğa girdiğimiz yer) duvara monte ettiği yön bulma ışığından bahsediyorum. Kırmızı ışık bize yön veriyordu. Bilgisayara bağlı yön bulma uygulamasıyla uyumlu çalışıyor ve tünelin sapmasını engelliyordu. Aynı zamanda, açtığımız uzunluğu da bize söylüyordu.

Lazer pointer’ın tam yanına, karganın tünemesi için bir demir kazık çakmıştı Ferdi Abi. Karga uyur gibi yapsa da, ne zaman yaklaşsak göz kapaklarını açıyor ve bize tıslıyordu. Düzeneğe dokunup yönünü bozmamıza –kazaen de olsa– imkân yoktu.

Işık huzmesi boyunca ağır ağır kazmayı salıyordum. Islak toprak parçalarını, gün görmemiş taşları kovalara doldurup, çıkıştaki makaraya dolduruyordum. Sonra yukarıdan elektrikli düzeneği çalıştıran Ferdi Abi, çıkan kovaları alıp çamaşırhanenin boşluğuna döküyordu. Douglas’ınsa gözü, tünelin tavanı ve yan duvarlarındaydı. Arada ıslıkla Ferdi Abi’yi çağırıyordu. Aralarında konuşuyorlardı bir süre. Ardından Ferdi Abi, tüneli yeni ağaç kütükleriyle sağlamlaştırıyordu.

İşe giriştiğimizin on birinci gününde, yan duvarlardan aynı anda su patladı. İki saniyede bileklerime kadar içinde kaldım. Douglas ve Karga anında delikten yukarıya kaçtılar. Oysa benim hoşuma gitmişti. Ilıktı su. Kadife gibiydi dokunuşu.

Su azizdir.

Su anne gibidir.

Annemi bilmiyorum diye, anneyi bilmiyorum sanmayın.

Ben güneşe inanırım. Sarıp sarmalar.

Gölgeye inanırım. İçine alır.

Suya inanırım. Can alır, can verir.

Öylece bırakmıştım kendimi.

Başka bir hayata geçerim diyordum.

Su boğar, su alır götürür, su vücudumu ezer ama acımı ve çaresizliğimi de yener böylece.

Dizlerime kadar erişince, bıraktım kendimi.

Çöktüm.

Zamanım daha hızlı kaçsın benden istedim.

O sırada tünelin dayakları da çökmeye başlamıştı.

Su çatırtılar içinde geliyordu.

Kendi türkünü söylemek gibisi yoktur.

En iyi bildiğin, sesindir.

İşte bitti diyordum ki, bir el beni ensemdeki saçlardan yakaladı. Çekti ışığına.

Ferdi Abi, sen ne kuvvetli bir insansın Allah aşkına.

“Kuvvetli değil, hedefleri olan insanım,” dedi.

“Bıraksaydın beni.”

“Bırakamam. Tek başına devam edemem.”

“Ama yoldaş değiliz biz.”

“Öyle ama sen de kölem değilsin.”

“Değil miyim?”

“Öyle mi hissediyorsun?”

“Bilmiyorum. Aslında kendime değişik bir yer buldum. Ne köle, ne özgür. Tam arada bir yer. Rahatlatıcı pat durumu. Havada hareketsiz durabiliyorum sanki. Kımıldamadan.”

“Kımıldayınca acıyor çünkü.”

“Evet, boynumdan kuyruksokumuma kadar bir yarık açılıyor.”

“Sen de sabit kalmayı seçtin.”

“Aynen öyle.”

“Fakat yalan söylüyorsun. O noktada kalmayı seçseydin, benim yanımda olmayı tercih ederdin. Oysa boğulmayı, ölmeyi istedin ki, bu da bir harekettir.”

İşte o zaman dank etti.

Kımıldayabiliyordum.

Belirsizlikten korksam da hareket etmiştim. Ölmeye yatmıştım. Şimdi yaşamayı da deneyebilirdim.

Karar vermiştim ama heyecanlı bir salak da değildim. Eski halimin durgunluğu soğukkanlılık olarak gelip oturmuştu göğsüme.

Usul usul hazırlık yaptım.

Daha çok yemek yedim ve daha uzun uyudum. Çalışırken daha dikkatliydim. Belimi ve uzuvlarımı incitmemeye dikkat ediyordum. Hızlı koşmam gerekiyordu, belki uzun süre aç kalacaktım. İç donuma gizli, büyük bir cep diktim. Zor eriyen çikolata ve peksimet parçalarını sakladım.

Uygun anları not düştüm aklıma.

Ferdi Abi pazar günleri öğleden sonra, radyodan maçları dinliyordu ve ne kadar santim, kaç kova kazdığımla ilgili olmuyordu pek.

O boş verince, karga da tilki uykusundan daha derinlerine geçiyordu.

Douglas her zaman tetikte ve ayıktı ama içimden bir ses benim ne düşündüğümü bildiğini söylüyordu.

Biliyordu ve ses etmiyordu.

Ya son anda beni yakalatmanın ödülünü alacak, hazzını tadacaktı ya da göz yumup, zımnen suça bulaşacaktı benimle.
Pazar günü, 17 metre 38. santimde durdum.

Elimdeki keskiyi usulca yere bıraktım. Tık diye bir ses duyuldu.

Kirk Douglas’la göz göze geldik. Usulca yan duvarlara tutuna tutuna Karga’nın yanına gitti. Kokladı. Sonra bana dönüp işaret etti: “Uyuyor!”

Bir su sızıntısı gibi yayıldım tünele. Oradan son duvarın dibine. Karga’nın ruhu bile duymadı delikten sıyrılırken.

Ferdi Abi radyonun başında uyuyakalmıştı.

Parmaklarımın ucunda batar kata [*] çıktım. Çamaşırhaneyi arkamda bıraktım.

Giriş katına geldiğimde, koşuyordum.

Karşımda büyük camlarıyla giriş kapısı duruyordu.

Üstündeki asma kilitle uğraşacak değildim. Hayır, vaktim vardı ama coşkum buna izin vermezdi.

Danışma masasındaki kareli örtüyü aldım. Başıma ve yüzüme sardım.

Hızlandım.

Artık koşmuyordum da, havada gidiyordum sanki.

Bir mermi gibi kararlı, heyecanlı, şen, şakrak halde giriş kapısının camlarını delip geçtim.

Paramparça anlar arasında takla atıp çimlere düştüm.

Gözlerimi açtığımda, masmavi bir gök vardı üzerimde.

Kalktım.

Ellerimde kesikler vardı.

Ama aldırmadan koşmaya devam ettim.

[*] Ege’de “asma kat” için kullanılır.

, , , , ,
Share
Share