SAA-2 / 010 Yazlık Sinemaları Neden Öldürmeli?
“Ormandan Çıkış Yok” diye bir film biliyorum küçükken.
Yurdun hemen dışında, pazaryerini geçince, havuzlu Terziler Çarşısı’na sırtını dayamış büyük bir yazlık sinema vardı. Çoğunlukla taksiler park ederdi içine. Kalan boşluklar pazarcıların tablaları, üstünde kediler uyuyan, eksik tekerlekli arabaları ve boş ayva kasalarıyla dolu olurdu.
Bir seferinde Leyla elimden tutup oraya götürmüştü beni.
Leyla’nın annesi, babası vardı. O bizim gibi değildi. Babası havacıydı. Annesi sokak sokak gezip şarkı söylüyordu. Hayır, dilenmiyordu. Hep öyleymiş. Babası da ona, şarkısına eşlik ederken âşık olmuş zaten. Sabah evlerinin önünden öpüşerek ayrılıyorlardı. Birkaç defa yurdun pencerelerinden ben de görmüştüm. Kadın sıkı sıkı sarılıyordu ve Leyla’nın babası yürüyerek gözden yiter yitmez, bir şarkı tutturuyordu.
Bazı komşular bundan bıkmış olmalıydı, çünkü sesini duydukları anda pencereleri kapatıyorlardı. Oysa inanılmaz güzeldi sesi. Bana kalırsa, şarkılara başladığında kuşlar bile kulak kesiliyordu.
Leyla, gizlice çıkıp dolaştığım gecelerden birinde beni el feneriyle yakalamıştı. Bahçelerine girmiştim ve kümese doğru ilerliyordum. Tilki tilkiydim. Tavuklar bile hissetmemişti beni.
Şak! Gözüme bir fener doğruldu.
“Sakın ses çıkarma,” dedi. “Yoksa tavuklar uyanır ve horoz öter. Annem, babam duyar sonra.”
İyice korkmuştum. Çığlık çığlığa koşabilirdim ama bir şey tuttu beni. Sanki, ‘Dur bakalım, n’olacak,’ dedi içimdeki ses.
“Hah, böyle işte. Sakin olursan, ben de feneri kapatırım.”
Kapattı.
Gelip elimden tuttu. Verandaya götürdü. Güzel kokulu yastıkların üstüne oturduk.
“Neden gelip duruyorsun bizim eve. Sık sık görüyorum seni bizim kümesin etrafında. Yumurta çalıyorsun, tık tık kabuğu delip içiyorsun çiğden.”
“Bunların hepsini gördün mü sen?”
“Sadece bu kadar da değil. Pencereye gelip içeriyi izliyorsun uzun uzun.”
Söyledikleri doğruydu. Gece vakti tam tekmil bir ev nasıl görünür, nasıl kokar, merak ediyordum.
“Senin annen baban yok, ha?”