Şehrin gözü festivalde
İKSV’nin bu festival başlığını çok seviyorum, onun için de bunu kullandım. Şehrin gözü festivalde, herkes heyecanla kendi seçtiği filmleri izlemeyi bekliyor. Diğer sevgili festivalimiz Caz Festivali’nde de kulağımız festivalde oluyor. Zaten onun programı da ilan edildi, yolunu bekliyoruz.
34. İstanbul Film Festivali bugün başladı, 19 Nisan’a kadar birlikteyiz. En yenilerden unutulmaz klasiklere, ustaların son filmlerinden, yeni keşiflere kadar 200’ün üstünde film seçime açık. Ama festival takipçilerinin çok iyi bildiği gibi, seçmek de hiç kolay iş değildir. Festival öncesinde herkes listelerini sundu. Temelde bir anlaşma söz konusu olsa da, tuhaftır, bu listeler de birbirinden epey farklı olabiliyor. Eh, ne yapalım, beğeni sübjektif bir iştir.
Gerçi bu yazının altında ben de size 10 filmlik bir liste sunacağım ama, elâlemin seçtiklerine fazla da bel bağlamayın derim. Örneğin benim Radikal’deyken bazı okurlarım vardı. “Beğendiğiniz her şeyi beğenmiyoruz ama yazdıklarınızdan, nasıl bir film olduğunu anlıyoruz,” derlerdi. Doğrudur. Ama listede açıklamadan yoksun olduğumuz için, okur/izleyici tepkileriyle karşılaşabiliyoruz. Yıllar önce 2008 yapımı Lake Tahoe / Tahoe Gölü yüzünden başıma gelmedik kalmamıştı. Önümü kesip kesip neyini beğendiğimi sordular. Bilmem, baştan sona beğendim sanki.
Şöyle söyleyeyim: Mümkün mertebe, eski filmlerden seçmemeye çalıştım. Asıl işe yarayanı, yeni filmlerden, yeni yönetmenlerden tavsiyede bulunmak. Ötekiler için her yerde çarşaf çarşaf tanıtım bulursunuz nasılsa. Buna rağmen, iki Türk filmini hatırlatmadan geçemeyeceğim. Birincisi, Festival’in beş onur ödülünden birini Cuma akşamı almış olan Nebahat Çehre’nin Yılmaz Güney ile oynadığı Seyyit Han. Güney’in yazıp yönettiği film, özellikle gençlere onu tanıtma açısından önemli. Ayrıca, ders kısmı bir yana, sevdiğimiz bir filmdir. Diğer ‘eski’ filmimiz ise, Metin Erksan’ın yönettiği, restore edilmiş haliyle izleyeceğimiz Yılanların Öcü; geçmişten iki parlak örnek. Geçen yıl içinde dünyayı terk etmiş sinemacıların anıldığı “Anılarına” bölümüne de bir göz atın isterseniz.
Her şeyden önce, bu yıl “Uluslararası Altın Lale Yarışması”nın iyi bir programı olduğunu belirteyim. Temalı festivallerde bunu tutturmak zor oluyor ama son birkaç yıldır İstanbul Film Festivali bize özenli bir seçmenin ürünü olan iyi filmler sunuyor. Bu yılki listeden, Kara Ruhlar/Anime Nere , Vahşi Yaşam/Vie Sauvage ve Altın Çağ/Huang Jin Shi Dai‘yi tavsiye edebilirim. Özgün adı Türkçe olan film ise, Murat Düzgünoğlu’nun yönettiği, başrolünde Tansu Biçer’in oynadığı Neden Tarkovski Olamıyorum?. Ödüllü Yardımcı Erkek Oyuncu Biçer, bu yıl iki filmle karşımıza başrol oyuncusu olarak çıktı. Sevinçle karşılıyoruz. “Ulusal Yarışma”daki filmlerden de umutluyum ama ne desem boş, çünkü hiçbirini görmedim. Sinema yazarı olarak avantajlarımızdan yararlanıp Aksanat’taki video odasına kapanarak izlemek niyetindeyim.
İstanbul Film Festivali’nin müptelası olduğumuz bölümleri vardır. Örneğin, yukarıdaki iki yarışma bölümü, “Dünya Festivallerinden”, “Akbank Galaları”, “Ustalar”, “NTV Belgesel Kuşağı”, “Mayınlı Bölge”, “Geceyarısı Çılgınlığı”, “Antidepresan”, “Anılarına” ve “Çocuk Mönüsü” gibi. Bu yıl onlara yenileri de eklendi:
“Balkanlar: Ateşin Sineması” çarpıcı bir bölüm. Biri hariç hepsi geçmişte kalmış ama tam olarak geçmemiş savaşın etkilerini yansıtıyor. “Aile Bağları” bölümünde bu bağlar ele alınıyor, “inceleniyor, hırpalanıyor, sorgulanıyor.” Bölümde on film var. “Özel Gösterim: Ufak Hakikatler” ise, İstanbul Modern’in kuruluşunun 10. yılında, Türkiye sinemasının 100. yılına ithafen gerçekleştirdiği bir proje ve beş yönetmen ikilisinin Türkiye’de sinema üzerine kısa filmlerinden oluşuyor. İstanbul Film Festivali ve Goethe-Institut işbirliğiyle hazırlanan “Alman Canlandırma Sineması” bölümü ise iki bölümden oluşuyor. Eh, adı da üstünde işte.
Festival’in bu yıl ilk kez bize sunduğu önemli bir yönetmen de var: Senarist ve yönetmen Lisandro Alonso, Yeni Arjantin Sineması’nın en önemli temsilcilerinden biri. “Issız Topraklar: Lisandro Alonso” adlı, beş filmlik bu bölümün sahiden de onu tanımak için büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
Bu yıl, Türk Sinematek Derneği’nin, hepimize beşiklik etmiş o derneğin kuruluşunun da 50’nci yılı. Ne yazık ki, aynı zamanda Sinematek kurucularından şair, yazar, senarist Onat Kutlar’ın da ölümünün 20. yıldönümü. Festival bu yıldönümünü, onun favori yönetmenlerinden Vasconti’nin Il Gattopardo/Leopar’ı ile anıyor. Katalogda da Kutlar’ın 1967’de Sinematek yayını Yeni Sinema Dergisi’ne yazdığı Visconti yazısı var. Sinematek’i tartışan söyleşi ise, 10 Nisan’da İstanbul Modern’de.
Ne kadar özetlesek bu kadar kısalıyor işte. Bu da 10 film’lik listem. Orda burda karşılaşırsak, “Neyini beğendin?” sitemlerini kısa tutalım lütfen. Ama bu listenin dışında kalan sevdiğim ya da ümitli olduğum film sayısı da çok. Bu yıl Festival film sayısını biraz azalttı ama gene de 200’ün üstünde (204). Umarım işe yarar.
- Taksi / Taxi (Akbank Galaları)
- Pride / Onur (Akbank Galaları)
- Charlie’nin Ülkesi / Charlie’s Country (Ustalar)
- Postacının Beyaz Geceleri/Belye Nochi Pochtalona Alekseya Tryapitsyna (Ustalar)
- Güeros (Yeni Bir Bakış)
- Hal ve Gidiş/Conducta (Dünya Festivallerinden)
- Sedef Düğme/El botón de nácar (NTV Belgesel Kuşağı)
- Citizenfour (NTV Belgesel Kuşağı)
- Ders/Urok (Balkanlar: Ateşin Sineması)
- Liverpool (Issız Topraklar: Lisandro Alonso)
Alonso’nun herhangi bir filmini seçebilirdim aslında. Bir deneyin, severseniz hepsini izleyin. İyi seyirler!
—