Sen sev, yaşamak arkadan gelir…

Sen sev, yaşamak arkadan gelir…

ECE İREM DİNÇ
Düş Kazanı - 12 Mayıs 2016

Havada bir hoş aydınlık, bir mavi…
Sevgiyse büyük,
şarkıysa güzel.
Yaşamaksa…
Gülten Akın, “Deli Kızın Türküsü”

Eski bir inanışa göre Tanrı’nın, “Ben Âdem’in çamurunu kırk sabah iki elimle yoğurdum,” dediğini işitmiştim bir seferinde. Aynı zamanda Tanrı’nın Âdem’in balçığına kırk sabah gam yağmuru, bir sabahçık da neşe yağmuru yağdırdığını dinlemiş, adına insan denilen varlığın sevinç dehlizi dar, umut meydanı geniş bir yaradılışta olduğunu öğrenmiştim. Âdem ki yedi dalgalı bir bahr-i muhitti*. Dahası, şu âlemde sırtı bir defa olsun yere gelmemiş bir Âdem yaşamış mıydı?

Bil ki, halden hale intikal etmeyen tek bir can yoktur,” der Nizami. Âlem eskiden beri böyledir zira. Temiz nefesli İsa bile bir cahudun cefasını çekmiştir. Bir nevi medd-ü cezir* gibidir yaşamak. Bazen yaralanan, bazen yara bağlayandır Âdem. Zaten başka türlü ahenk olmaz, derler. Bir gün evvel, içli içli ağlarken ertesi sabah koskocaman gülebildiğini fark ettiği vakit, yaşamı her yönüyle kuşanmayı da öğreniyor galiba insan. Bir de, “İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya başlar,” diyor Shakespeare. Ya da Sait Faik şöyle diyor; “Bir insanı sevmekle başlar her şey…

Şu dünyada zamanın yok edemediği hiçbir kötü günün olmadığını Macbeth’in ağzından işitmiştim ilk. Oysa insan, bire bir yaşamadığı hiçbir şeyi tam manasıyla kavrayamıyor. Zemherinin ardından inen baharları ancak kokusundan tanıyabiliyor, dinlediği hikâyelerden değil. Açıkça görmenin ve anlamanın ötesinde, acıya da sevince de yakından dokunabilmek gerekiyor bazen. O zaman çarpışıyor ancak kalbin burgacında yaşamak. Ve yaşamak, yaşamak oluyor bir anda. Budur çünkü yaşamı yaşam, insanı insan kılan. Sürüp giden yıkımların peşi sıra ışıyan güneşlerden öğreniyoruz âlemin işleyişini. Zamanın sarnıçlarında biriken öyle acı ve öyle güzel hikâyeler var ki, bizleri bekleyen, geride bu büyülü bilinmezliğin tadını çıkarmak kalıyor insana. Âdem ki, enkazında büyütebildiği çiçeklerin boyunca uzanıyor yaşama. İnansak da inanmasak da dünya, her günün sabahında yeni bir başlangıç sunuyor aslında insana. Her sabah yepyeni bir başlangıç olarak doğuyor güneş burnumuzda. Bütün gündüzlerin ve bütün gecelerin sonunda yeniden başlıyor yaşamak. Fakat her başlangıcın içinde bir dem sevgi şart… Hayatı pirüpak bakışlarla görmemizi sağlayan şey o sevgi işte, her neye duyulursa duyulsun. Dünyaya, insana, yeşile, maviye, güne, geceye… O büyük, bölünmez yaşamak kudretini koruyan şeydir bu sevgi.

Diyeceğim şu ki, sen sev, yaşamak arkadan gelir…

 

* Bahr-i muhit: Osmanlıca’da “her yeri kaplayan deniz, okyanus” anlamına gelir.

* Medd-ü cezir: Osmanlıca’da “deniz sularının kabarması ve tekrar geriye çekilmesi” anlamına gelir.

, , , , ,
Share
Share