Şimşek gene çaktı!
2016 Rio Olimpiyatları’yla vedalaşmaya hazırlanıyoruz. Çeşitli sorunlara rağmen iyi bir olimpiyattı. Geçen haftaki yazıda performanslarını heyecanla beklediğimiz sporculardan söz etmiştim. Bizi hayal kırıklığına uğratmadılar. İngiliz Mo Farah, 5,000 – 10,000 dublesini yeniledi. Katie Ledecky madalyalarına madalya kattı. Michael Phelps, Olimpiyat altını sayısını 23’e çıkarttı. Usain Bolt ise, Pekin ve Londra’da aldığı 100-200 metre altınlarına yenilerini kattı. Bayrak yarışını da kazanırlarsa, emsalsiz bir başarıya ulaşmış olacak: Üç Olimpiyat’ta dokuz altın.
Tam da bu noktada bir mukayese ortaya çıkıyor. “Gelmiş geçmiş en büyük sporcu” olma açısından. Bolt, 200’u kazanmasının ardından yapılan bir söyleşide Michael Phelps’den söz ederek, “Bambaşka branşlarımız var,” demiş ve bu mukayeseyi basına bıraktığını eklemiş. “Phelps çok baskındı, emekliye ayrıldı, geri geldi ve hâlâ en iyilerden biri olduğunu kanıtladı. Ona saygım var. Sporu için de çok şey yaptı. İkimiz, kendi farklı alanlarımızda büyüğüz.”
Usain Bolt, adının spor ikonları Muhammed Ali, Pele ve Phelps ile aynı solukta anılmasından onur duyduğunu da söyledi. “İnsanlar beni bu gruba dahil edecekler mi, hayranlar beni öyle görecekler mi diye Olimpiyat Oyunları’nın sona ermesini bekliyorum. Benim için neler yazılacağını da göreceğiz…”
Bolt’un sahiden de gelmiş geçmiş en büyük atletlerden biri olduğu konusunda hiç şüphe yok. Bizim zamanımızın emsalsiz atletlerinden Carl Lewis de öyleydi, bugün de öyle. Lewis, Fin uzun mesafe koşucusu Paavo Nurmi ile birlikte atletizmde en fazla Olimpiyat altını olan sporculardan biri. O 1984 ile 1996 arasında dokuz altın alırken, Nurmi de 1920 ile 1928 arasında aynı başarıya ulaşmıştı. Müthiş yeteneğiyle ırkçılığın kalesi Almanya’yı dize getiren Jesse Owens ise, hep benzersiz bir efsane olarak kalacak.
Ama adı hep ülkesi Jamaika ile birlikte anılacak olan Trelawny’li çocuk da özel bir yeri hakediyor. “En büyük olduğumu kanıtlamak için daha ne yapabilirim?” diyor. “Ali ile Pele arasında olabilmek için. Sporu heyecanlı hale getirdim, insanlarda sporu izleme arzusu uyandırdım. Sporu farklı bir düzeye koydum.” Eh, biraz da maskaralık ettiği bir gerçek. Olsun, sevilme nedenlerinden biri de bu. Rio’yu Prens Harry ile birlikte partilerde kutlayacakmış.
Ne var ki, Rio’da 200 metre yarışında, özellikle yarı finalde onu zorlayan Kanadalı Andre de Grasse ile Fransız Christophe Lemaitre’i (foto finişle üçüncü olup Britanyalı genç Adam Gemili’yi podyuma çıkarmadı) geçen Bolt, derecesinden hiç hoşnut kalmadı. 19.19’luk dünya rekorunu kırmayı umut ediyordu, hatta belki de Rio’nun Olimpiyat Stadyumu’nda 19 saniyenin altına inmeyi… Neden olmasın? Olmadı ama, biraz da hava koşulları izin vermedi. Ancak Bolt çabucak kendine geldi. Kulaktan kulağa bir tebessümle, herkesin beklediği “Şimşek” işaretini yaparken, hayranları onun adını haykırıyordu.
Efsane sıfatına son noktayı da bayrak yarışıyla koydu. Bolt’lu Jamaika takımı 4×100’de altın madalya aldı. Usain Bolt, Asafa Powell, Yohan Blake ve Nickel Ashmeade’den oluşan “rüya takımı” zaten favoriydi ama bu zafer kendi deyişiyle Bolt’u da “ölümsüz”lüğe taşıdı. Son Olimpiyat yarışından sonra, “İşte,” dedi, “En büyük benim.” Daha önce, tıpkı Pekin ve Londra’da olduğu gibi, 100 metre ve 200 metrede de altın madalya almıştı. Böylece sprint yarışlarındaki Olimpiyat altını sayısı da 9’u buldu.
Bayrak yarışını kazanmak için birden fazla iyi atlete ihtiyaç var ama, Jamaika da bunun için birebir. Üç milyon nüfuslu bur ülke, atletizmde şimdiye kadar 13 Olimpiyat altını aldı. Son beş yılda hem erkek, hem kadın atletleri 100 metre yarışında geçilmez ekipler oluşturdu. Amerikalılar’ın bayrak alıp verme işindeki şaşırtan acemiliklerini sürdürdükçe de böyle olacak herhalde. Peki, tek neden bu mu?
Elbette değil. Usain Bolt, Trelawny tepelerinde yetişti. Babası Wellsley Bolt, onun küçük yaşta, farkına varmaksızın form tuttuğunu söylüyor. “Bu atletlerin çoğu bu dağlık bölgedendir,” diyor. “Onun için bu kadar hızlı koşuyorlar.” Bir de, Jamaikalılar’da “hız geni” denen bir şey olduğundan söz ediliyor. Batı Hint Adaları Üniversitesi’nden Profesör Rachel Irving’e göre, pek çok Jamaikalı’da yüksek düzeyde serotonin var. “Zihin gücünü serotonin tayin eder. Eğer düzeyiniz yüksekse, özel bir geniniz var demektir. Çok kararlı ve agresif olma eğilimi gösterirsiniz. Bütün koşullar altında kazanırsınız, kendinizi başka her şeye kapatırsınız. Farkı sağlayan bu.”
Gerçekten sır serotoninde mi, yoksa Usain Bolt’un halası Lily’nin göklere çıkardığı yiyecek “yam”de mi? Bilemiyoruz elbette. Gerçek şu ki, Jamaika gen havuzu nispeten homojen. Yani yakın gelecekte başka Usain Boltlar, Asafa Powellar ve Shelly-Ann Fraserlar bekleyebiliriz. Usain’in eski okulunun jimnastik hocası ise, buradaki her çocuğun koşmak istediğini söylüyor. “Bir tutku bu. Usain’e sorun size söylesin, bir tutku.” Usain ise jimnastik hocası Lorna Thorpe’un onun için ikinci bir anne olduğundan, okulda kendisini hep kolladığından bahsediyor. “Benim hayatımda çok önemli bir rol oynadı.”
İyi de, Jamaikalılar niye böyle hızlı koşuyor? “Güven,” diyor Usain. “Biz kendine güvenen bir halkız, kazanmayı sevdiğimiz için çok çalışırız.” Tacını devretmeye henüz hazır değil ama, pek çok yetenekli atlet yetişeceğinden emin. “Onlara, ‘Evet, çok iyi olacaksınız,’ diyorum ama ‘Beni yakalayamazsın,’ demeyi de ihmal etmiyorum.”
Usain Bolt, çoğu atletin aksine, adasında kaldı. ABD’de çalışmayı reddetti. O Jamaika’yı seviyor, Jamaika da onu. Bir sonraki Olimpiyatlar’a katılmayacağını gene tekrarladı. 200 metre yarışından sonra yeri öpmesinin bir veda olduğunu belirtti. Ama Dünya Şampiyonası’na henüz veda etmedi. Onu böyle bir şampiyonada bir daha izlemek için heyecanla bekliyoruz.