Son akşam yemeği

Son akşam yemeği

Sinem Şekercan
16 Ocak 2014

İki sene önceydi. Her şey, “Neden kedi yemiyoruz?” diye sormamla başlamıştı.

Küçük küçük kuzuların, danaların, tavukların suçu neydi? Mesela martı etinden döner yiyoruz, diye üzülüyorduk ya hani, martının eti tavuğunkine göre neden değersizdi bu kadar? Martınınki candı da tavuğunki, hindininki neydi? Bir de eşek eti, at eti muhabbetleri vardı. Adeta hepsi birer skandal…

Bu düşüncelerim, sorularım tabii ki fazla “kadınsı” bulunmuştu; çünkü duygusaldı ve duygusallık güçsüzlüktü; çünkü eskiden beri erkeklikle özdeşleştirilen avcılığı reddetmiş, toplayıcılıkla yetinebileceğime karar vermiştim. Hem “güçsüz” hem “ilkel” olmuştum bir anda. Daha “kadın“ olamazdım herhalde.

Bu kararı verdiğimde sucuğun, pastırmanın, mantının başkenti Kayseri’deydim bir düğün için. Kayseri’ye varana kadar Jonathan Safran Foer’den Hayvan Yemek’i bir çırpıda okuyuveriştim. İçimden o kadar gelmemişti ki o etleri yemek. O günden sonra da içim el vermedi zaten et yemeye. O günden beri, aynı sorulara tekrar tekrar cevap veriyorum.

Hepçillerle, özellikle de etçillerle (et yemeden doymam diyengiller) yenilen yemekler hemen bir savaş alanına dönüşüyor. Hayvan yemek o kadar normal ki herkesin gözünde, ben bir anda anormal oluyorum. Bir canlının kaslarını, bacağını, kalbini yemek istemediğimi söyledim diye iğrençlikle, hatta bel altı vurmakla suçlanıyorum. Peki aslında yapılan tam olarak bu değil mi? Gerçekten de kuşların kanatlarını, büyükbaşların iç organlarını yemiyor muyuz insanlar olarak? Acaba asıl sorun insanların duymak istemediklerini söylemem olabilir mi diyorum tam. Sonra karşı bir atak geliyor: “Peki o zaman bu canlılar neden var?” Biz yiyelim diye var olmadıklarını biliyorum. Şimdilik cevabım bu kadar.

Bunların yanında bir de karşıma şöyle çıkanlar var: “İçinde kıyma var, ama onları kenara ayır et yemiyorsan.” Oldu o zaman, görüşürüz.

Adım adım veganlığa geçtiğim şu günlerde yepyeni bir soruyla karşılaşıyorum: “Yumurta neden yemiyorsun?” Hamur işine dayalı bir mutfağımız var. Her şeyin içinde yumurta olması gerçekten anlaşılabilir bir durum. O yüzden yeni diyetimin sınırlarını çizmek benim için de zor ve kafa karıştırıcı. Ama artık pişmiş yumurta görmek istemediğimi biliyorum mesela. Çünkü yumurtayı öyle görünce artık hayata gelme ihtimalleri bile kalmamış olan o civcivler geliyor aklıma. Sonra bir kez daha ilk kareye dönüyoruz: DUYGUSALSIN!

Mesela geçen gün birisi biz yemeyeceksek tavuklar neden yumurtluyor, diye sordu. Cevap veremedim… Aslında iki üç ay önce baba olmuş bu adama, sen neden çocuk yaptın o zaman, diye sormak istemiştim. Kibarlığımdan sustum. Zira ben bu adamcağızın çocuğunu da yemek istemiyordum, diğer kimsenin yavrusunu yemek istemediğim gibi.

Böyle tartışmalar sonunda sadece şunu düşünüyorum. İnsan okumadan vejetaryen ya da vegan olmaya karar veremiyor. Bu deneyimi anlatmaktan ziyade, okumak daha etkili oluyor; bazen de izlemek (Earthlings bu konuda çekilmiş başarılı belgesellerden biri). Ne kadar sağlam argümanlar öne sürersem süreyim, aldığım karar gençliğime, tecrübesizliğime, bilmemişliğime, bazen de çok bilmişliğime bağlanıyor (anarşist diyeni bile duydum). Bu durumda kalmak artık kendimi açıklamama engel oluyor. “Neden vejetaryensin*” diye sorana, “vicdani bir karar” diyorum sadece.  Hayvanları seviyorum, diyorum. Neden et yemeyi reddettiğimi anlamayan insanlarla yedikleri etin nereden geldiğini konuşmuyorum.

Ve bu, onlarla genelde son akşam yemeğim oluyor.

, , , , , ,
Share
Share