Utana utana silkineceğiz
Bize artık fena halde utanmak düşer. Utanmak ve geri durmak. Bi’ zahmet geri durmak ve kendimize bakmak. Kendimize ve eril çevremize bakmak. Orada iş çok.
Son birkaç yıldır, içimde gitgide artan bir utançla yaşıyorum. “Fıtratımda” olan bir utanç, neredeyse fizyonomik denecek kadar yüzümde, omuzlarımda, damarlarımda. Ve yalnız değilim.
Gerçekten de, taşımakta yalnız olmadığıma inandığım bir utanç bu. Az –kuvvetle muhtemeldir ki, az– sayıda da olsa, benim gibi hissedenler olduğuna inanıyorum. Tanıyorum da birkaçını. Bana umut veren de bu.
Çünkü bu utanç, doğrudan erkek doğmak ve erkek olarak hayatına devam etmekle ilgili. İnsanlığa yığınla acı vermiş, merhameti sorunlu, gururu hastalıklı, sahiplenmeye takık, ötekileştirmenin üstadı, düşmanlığın mesnet dolgusu, sembollerle ve pışpışlarla kışkıran, öfke ve gözyaşıyla dolu günlere doğrudan sebebiyet vermiş şu iktidar manyağı, toplumsal “eril”in üyelerinden biri olmakla ilgili.
Neyi tercih edersen et, nasıl yaşarsan yaşa, çok fazla kötülüğün kaynağı olmuş bir toplumsal cinsiyetin suretinde gezmekle ilgili. Yanındakinden ve kendinden sürekli utanmakla ilgili.
Kadınların gördüğü şiddetle, öldürülmeleriyle, kısıtlanmalarıyla, ucuz biyolojik farklılık bahaneleri çerçevesinde maruz kaldıkları toplumsal “eşitsizlik” vurgularıyla, iş dünyasının kadına yönelik dışlayıcı ve tacizkâr işleyişiyle, sansür ve saptırma ustası siyasi düzenle, sözde “güvenlik” paketleriyle, bilincin hem altına hem de üstüne çöreklenmiş hor ve hakir görüşlerle; 8 Mart’lar, 25 Kasım’lar ve böyle günlere duyulan ihtiyaçla ilgili.
Olurken oldurmayan bir yaratıkla ilgili…
**
Bu bir mağduriyet yazısı değil. Şahsını sempatik gösterme yazısı hiç değil. Böyle bir şey zaten mümkün değil, kim inanır ki… Çünkü erkekler olarak mağdur olmaktan son derece uzağız. “Aslanım benim”lerle büyülenmişliğimizdeki o sonu gelmez salaklığı, sırf belli bir cinsiyette doğmamızdan kaynaklı kendimizi bir şey sanışlarımızdaki aptallığı, akıllanmamaktaki ısrarımızı hiçbir “mağduriyetle” açıklamayalım, fena yanılırız. Yüzyıllardır yanıldığımız gibi…
Bize artık fena halde utanmak düşer. Utanmak ve geri durmak. Bi’ zahmet, geri durmak.
Geri durmak ve kendimize bakmak. Kendimize ve eril çevremize bakmak. Orada iş çok.
Yaptığımız ya da yapacağımız her şeyi gözden geçirmek. Ama her şeyi.
Hasarlı oluşumuzu kabullenip, en ufak davranışımızdan, en kısa cümlemizden, en basit sözcük seçimimizden bile kuşku duymak. Özellikle başlarda, sürekli.
Kendimizi baştan aşağı, dünden bugüne, bugünden yarına revize etmek. Cesursak, şahsımızla yeniden tanışıp, bir şeylerden tiksinmeyi başarmak. Tiksintilerden, bir “eleme” listesi çıkarmak.
“Kadın için” başlığı altında yaptığımız her şeyden kaçınmak, artık “yapmamaya” başlamak. Yapmamak ve kadını bir an önce rahat bırakmak.
Her ne yapacaksak, bunu toplumsal erilliğimize yönelik olarak yapmak. Ama acilen.
“İçimizdeki erkeği öldürelim”lere kapılmadan; aksine, yeterince öldürdüğümüzü hatırlayıp, her türlü öldürmeye son vererek. Kendimizi “insan” ederek. “Adam” değil, “insan” ederek. Hatta “adam” olduysak, bunu benliğimizden yıkayarak.
Eril değil, insancıl olmak için. Hiç olmadığımız kadar.
Çünkü insan olursak, kadın da, doğa da, hayat da rahat bulacak. Erkek de…
Herkes, her şey yaşayacak.
—