Vay benim ergenime!
Geçenlerde karşılaştığım bir öğretmenle sohbet ederken, önceki yazılarımdan birinde değindiğim benzer bir konunun içinde bulduk kendimizi. Bizim ve bizden önceki nesillerin Ayşegül ve Cin Ali dizilerinden doğrudan klasiklere geçişimiz, ergenlik dönemlerimizdeki ruhsal ve fiziksel değişimlerimize eşlik edecek, gençlere hitap edebilecek kitapların yoksunluğu –daha doğrusu o zaman Türkiye’de böyle eserlerin yayınlanmaması– ve ebeveynlerin bu konuları tabu sayıp, çocuklarıyla konuşamaması sonucunda çocukların nasıl da yalnız kaldıkları üzerine uzunca dertleştik.
Peki, varlığı bile hâlâ büyük (!) tartışmalara yol açan şu “gençlik edebiyatı” nedir, ne değildir sorusuna nasıl cevap verebiliriz? Tür sınırlaması yapmak, neyin o tür içinde neyinse dışında olacağına karar vermek; sadece “gençlik edebiyatı” özelinde değil, bütün edebiyat türleri için de benzer bir karmaşaya yol açıyor. Gençlik edebiyatına bir sınır tanımlarken, örneğin, şu hep konu edilmiş ölçütlerin hangisini doğru kabul edecek, hangilerine öncelik vereceğiz? Bir “genç” tarafından yazılmış olmasına mı? Başkarakterinin ilk gençlik yıllarındaki bir birey olmasına mı? Yazarın yaşından bağımsız olarak, gençlik meselelerine bir şekilde değinmesine mi? Edebiyat eleştirmenlerinin özellikle genç okurlara önermiş olup olmamasına mı? Gençler tarafından okunması gereken kitap, gibi bir öneri listesine girip girmemesine mi? Belli bir yaş için yazılmamış olmasına, ve yetişkinler için pazarlanmasına rağmen o günkü genç nesil için daha güçlü anlamlar taşıyor olmasına mı?..
Tüm bu sorulara yeterince yanıt aramamışken daha, “gençlik edebiyatı” olarak konulandırdığımız –ya da konulandırılmış– kitapların çoğunun sürekli paradoksal değerlendirilmesi de ilginç. Örneğin şu, “Gençlere gençliği anlatanlar kim, yetişkinler mi?” sorunsalı. Gençlerin kendilerini kendi aralarında tartışıp ortaya koymalarıyla, onlardan farklı bir nesli yaşayan yetişkinlerin gençlere gençliği anlatmaları elbette ayrı durumlardır. Burada yetişkinler olarak gençliğe dokunabilmek, kuşkusuz, o yazarın yaşanmışlıklarından, kendi gençlik deneyimlerinden geçmek zorundadır. Ancak her neslin kendi dili, kendi kültürü, kendi amaçları ve dertleri de göz ardı edilmeyecek gerçeklerdir. Bir dönem yolu Backstreet Boys’la kesişmiş olan bizlerin, şimdiki neslin One Direction dinlemesini anlayamamamız ve bu kültüre onların yaklaştığı gibi yaklaşamamamız, bunun çok doğal, anlaşılabilir, ama bir o kadar da aşılabilir olduğunu görebilmemiz, aslında tam da söylemek istediğimi örnekliyor.
Diğer bir paradoks da, yetişkinler olarak “gençlere gençliği anlatma” halinin bir “üstten duruş” sergileyebilmesi ve gençlere, “Bakın, aslında sizin bu konuda bazı dertleriniz var ve bunlar üzerine de düşünmeniz gerekiyor,” diyen yetişkin sesin bir “otorite” tınısında ifade bulabilmesi. Bunun daha uç noktası, elbette, “Siz aslında bu olmalısınız,” ya da “Siz aslında tam olarak busunuz,” diyen tanımlayıcı yetişkin sesi… Bu yönden bakıldığında “gençlik edebiyatı”, yazarın kendi kafasında yarattığı “ideal genç” nesli oluşturmak için kullandığı bir yazı alanı olarak da görülebiliyor. Yani, yine One Direction örneğine dönersek, bugünkü gençlerin One Direction dinlemesini anlamayıp, “Backstreet Boys yine daha iyiydi” duygusunu baskılamak da aynı kapıya çıkar. Bu, bugünü tamamen kendi geçmişine çekme hali, gençlerin “entellektüel ve kültürel birikimini sağlamaları amacıyla” planlanmış (!) 100 Temel Eser gibi listeleri meşru görmekten çok da farklı değil.
O halde, neler olabilir “gençlik edebiyatı” diye adlandırabileceğimiz bir edebiyat türünde? Akla ilk gelen, değişimler… Gençliğin başlıca gerçeklerinden birine odaklanacaksak, “büyümek” gerçeğini göz ardı edemeyiz. Büyümekse başlı başına bir değişim olduğu gibi, yığınla değişimi de beraberinde getiriyor. Seksek veya futbol oynadığımız arkadaşlarımızın yerini yavaş yavaş, daha sıkı ilişkiler kuran, daha çok “sır saklayan” arkadaş gruplarına evrildiği bir çevrenin anlatıldığı kitaplar sayılabilir mesela. Görkem Yeltan’ın Bez Ayakkabılılar‘ını okumuş muydunuz? Ya da On8 Kitap’tan çıkan, dört farklı yazar tarafından ele alınmış, dört gencin başından geçen olayların anlatıldığı Mavi Kirazlar serisini?
Ailenin anlatıldığı kitapları sayabiliriz. Tuzaklara düşmeden ama. “Kimse beni anlamıyor ya!” diye kapıyı çarpıp odasına kapanan o “karikatürize” edilmiş ergeni dışlayan aile yapısından çok; o ergeni aile içinde yeniden konumlandıran ya da en azından nasıl konumlandırabileceği üzerine kafa yoran aileleri de bir ihtiyaç ve olasılık olarak göstererek. Zira sürekli karikatürize ederek bir noktadan sonra aşağıladığımız genci ne anladığımızı iddia edebiliriz, ne de ona, ona dair bir şeyler anlattığımızı. Bir Adım Daha‘daki Nance, O.D. ve Seannie’nin yaşadıkları, tam da anlatmak istediklerimi özetleyen hikayelerden geçmiş üç farklı karakter olarak çıkıyor karşımıza.
Kitap fuarında karşılaştığım 15 yaşında bir genç, kadın ya da erkek, “Kanka o değil de, asıl önemli olan birisiyle çıkmak,” diyorsa, ona bu samimiyetten, bu ifadeden, bu aşktan azade bir kitap önermenin ne faydası olabilir? Konuları, dertleri, gerçekleri, “Tukaka!”, “Günah!”, “Ayıp!”, “Rezalet!” diye tabulaştırmanın, sessizleştirmenin, bu sansürler yoluyla gençleri kendi çabamızla sterilize etmenin beyhudeliği, saçmalığı ve zararı artık fazlasıyla gün yüzüne çıkmış durumda. En azından konuşuyoruz bunu. “Gönül ferman dinlemiyor,” diye şarkı söylerken, başka gönüllere tasma takmaya çalışmak sizce de ironik değil mi? Ellen Wittlinger‘ı okumadıysanız ne demek istediğimi tam olarak anlatmış sayılmam. Günışığı Kitaplığı‘ndan çıkan Zor Sevgiler ve Elden Düşme‘deki baş karakterlerin ilk aşklarını o masum yaşlarıyla beraber tatmaları… Biz de bunları yaşamamış mıydık?
Kimseye, hele de gence, “Bak, senin için şöyle bir kitap yazılmış, okumalısın,” demenin işe yarar tarafı yoktur. Böyle bir yaklaşım, yetişkinlerin yine kendi aralarında tasarlayıp, kendi aralarında planlayıp, gençleri yine dışarıda bırakıp, onları nesneleştirdikleri ve haklarında sürekli ahkâm kestikleri bir metin türü yaratmaktan öteye geçemez. Gencin yönelimine, sorularına, meselelerine, duygusuna hitap edebilen bir kitabın –ister şiir, ister roman, ister fantastik kurgu, ister bilimkurgu, isterse ütopya ya da deneme olsun– “genç için” gibi aşırı “tepeden” bir iddiayla yaratılmış herhangi bir metinden çok daha “gençlik edebiyatı” ürünü olacağı açıktır.
(Bu yazı 14 Mart 2014 tarihli Sabah Kitap ekinde yayımlanmıştır.)
Görsel: Wallsave