Vur Yokuş Aşağı!
Yokuş aşağı inmek, sanki yokuş yukarı çıkmaktan kolaymış gibi görünür. Oysa, nefes tıkanıklığı gibi bir sorununuz yoksa eğer, daha kolay olan yokuş yukarı çıkmaktır. Zaten Wolfgang Herrndof’un ON8’den harika kitabı Yokuş Aşağı’nın pek heyecanlı bir bölümünde de, çocuklar hurda bir Lada ile dik bir yokuştan/eğimden indikten sonra başlarını derde sokar.
Okuduğum kitabın kahramanına sempati duymak benim için önemli. Başına ne geldiğine bile aldırmadığım karakterleri (insan olsun, olmasın) niye seveyim ki? Yokuş Aşağı / Tschick’in iki gencecik karakterini ise, daha kitabın başından bağrıma basmıştım. İnsan, yaşıtları ve yakın çevreleri tarafından dışlananlara sempati duyar. Ama Maik ile Çik de, böyle olmasa da ömür çocuklar. Daha sonra karşılaştıkları arkadaşları İza’yı da unutmayalım.
Yazar Wolfgang Herrndorf’u daha önce tanımıyordum. Neyse ki, Maik ve Çik’in maceraları onunla da arkadaş olmamızı sağladı. Yokuş Aşağı’nın bir başka ilginç yanı ise, çok sevdiğimiz Fatih Akın’ın kitabı sinemaya uyarlayacak olması. Kitapların, özellikle sevdiğim kitapların beyazperdeye aktarılması içimi hep korkuyla doldurur ama, Akın gençlerin sorunlarını iyi bilen bir yönetmen olduğu (eh, kendisi de genç sayılır) ve “yol hikâyeleri”ni ustaca anlattığı için, ona güveniyorum. Yukarıdaki fotoğraf da umut veriyor mu? Veriyor.
Ancak, bu maceranın asıl kahramanı, Wolfgang Herrndorf. Kalkmış, toplumdışı iki çocuğun anlamsız ve akıl dışı görünen yolculuğunu yazmış. Üstelik hikâyeyi kahramanlarından Maik’in ağzından anlatıyor ki, aman aman! Kendileri ergen olmayan yazarlar için mayınlı arazide dolaşıyor demektir. O yaşın konuşmasını, deyimlerini kullanacağım diye komik duruma düşmek de var, hislerini ve düşüncelerini yakalayamamak da.
Oysa, çevrelerindeki insanlara benzemedikleri gibi, sekizinci sınıf öğrencisi olmak dışında birbirlerine de benzemeyen Maik (Klingenberg) ile Çik’in (Andrej Çiçatşov) tuhaf yolculuklarını sanki kendisi de onlardan biriymiş gibi anlatıyor. Bu yolculuğun başlıca nedeni, Çik’in sınıfındaki çocuklar arasında bir tek Maik’ten hoşlanması; ikincisi de, Maik’in alkolik annesi “güzellik çiftliği” dedikleri bağımlı kliniğine yatınca, bunu fırsat bilen babasının genç sarışın asistanıyla tatile çıkması ve zaten aşk acısı çeken Maik’in yalnız kalması. Bütün bunların üstüne Çik’in “ödünç” aldığı eski bir Lada’yla görünmesi tuz-biber ekiyor. Önce Maik’in karşılıksız bir aşk duyduğu Tatjana’nın evine, çağrılmadıkları bir doğum gününe uğrayıp, sonra da Eflak yoluna koyuluyorlar. Çik, “intihar ediyorsun” denmeyecek ölçüde araba kullanabiliyor neyse ki.
Peşinen söyleyelim: Kitapta, yıkanıp da eski ve kirli giysilerini sırtından atan bir kızın doğal bir şekilde çıplak kalması dışında seksi hatırlatacak bir şey yok. Kimi büyüklere göre aksiyon da zayıfmış ama, ben çocukların yaşadıklarının eşsiz maceralar olduğunu düşünüyorum: Önce gergedana benzettikleri, sonra iyi biri olduğu anlaşılan bir hanım; bir tarikata bağlı olduklarından şüphelendiğimiz ve kurbağa gözlü çocuklarının süpermarketin yeri hariç her şeyi bildiği bir aile; bisikletli aristokratlar ve tetik parmağı yalama olmuş eski tüfek bir komünist karşılarına çıkanlardan sadece bazıları. Sağlık hizmetlileri ile kolluk kuvveti elemanlarını saymıyoruz bile.
Yokuş Aşağı’yı herkesin Catcher in the Rye’a benzetip Salinger etkisinden söz etmesine bir itirazım yok. Sadece, aynı fikirde değilim. Ama modern bir Huckleberry Finn ile Tom Sawyer’ı andırmıyor değiller. Öte yandan, kitabı yetişkinlerin daha fazla seveceği tahminlerine karşıyım. Kahramanlarımız iki ergen, hem de toplumdışı iki ergen. Bundan daha “cool” ne olabilir ki? Belki Fatih Akın…
Sonuçta Maik’in, sorunlu ama doğru dürüst yaşayan bir ailesi var. Çik ise, kendisi gibi “süprüntü” abisiyle yaşayan bir mülteci. Onun sorunları, Almanya’ya sığınmış olanların sorunlarını da yansıtıyor. Bunca sorunun en iyi yanı, çocukluktan çıktı çıkacak iki kahramanımızın, Maik ile Çik’in (kitabın orijinal adı da onun adından geliyor zaten: Tschick) nerede olduğunu bile bilmedikleri bir yere, Eflak’a, eski bir arabayla, haritasız olarak gitmeye kalkışmaları. Maceranın ta kendisi!
Maik ile Çik, nasıl ki arkadaş olmaları beklenmeyen bir ikiliyse, Wolfgang Herrndorf da bu kitabı şaşılacak arkadaşların desteğiyle yazdı. Tschick, 2010 sonbaharında yayınlandığında, birkaç aydır bir beyin tümörü nedeniyle ölümcül hastaydı. Arkadaşları için bir blog başlattı ve mümkün olduğu kadar çok kitap tamamlamak için zaman çalacağını söyledi. Sonra da bu bloğu herkese açıp adını Arbeit und Struktur / Çalışma ve Yapı koydu. Tıpkı Maik ile Çik gibi, kendi şeridinde kalmak için buna ihtiyacı vardı. Gene onlar gibi, arkadaşlarından büyük destek gördü. Ne yazık ki kendini, gerçeklikle bağı ve kaçış aracı olsun diye aldığı tabancayı sonunda kullanmak zorunda hissetti. 26 Ağustos 2013’te, 48 yaşında bu dünyayı terk etti. Bize yazdıkları kaldı. İlle de Maik ve Çik, ölümsüz ikili! Öyleyse, Wolfgang’ın kendisi de ölümsüz…