Yaşamak, en büyük teselli…
Aliye Berger…
Eteklerinin içine yürürken öpüşsünler diye kumaş kelebekler dikerdi…
Zeynep Oral
Bu yazının Dünya Kadınlar Günü’ne denk gelmesini özellikle istemiştim. Ne ki, iki günlük bir gecikmeyle de olsa yine de yazmaya karar verdim. Çünkü böylesi günlerde adını anmadan geçilmemesi gereken bazı kadınlar vardır. Salt başarı üzerine kurulu değildir onların hikâyeleri. İçeride ve dışarıda, bir şeyleri başarmış olmanın çok ötesinde bir seyrüseferdir hayatları. Tıpkı Alyoşa’nınki gibi. Alyoşa, bilinen adıyla Aliye Berger…
“En kötümser olduğumuz bir sabah, evimizden çıktığımızda pembemsi çiçeklere durmuş bir ilkyaz dalı görünce, birden kötümserliğimizden kurtulup mutlulukla gülümseriz,” diyor Aziz Nesin. “İşte Aliye Berger de bana, kış ortasında tomurcuklanıp çiçeklenmiş ve her zaman öyle kalmış bir ilkyaz dalı gibi gelirdi. Onun cinmısırı patlayışlarındaki ivediliğine, her mevsim renk renk çiçek açmış kış ortasındaki ilkyaz dalı verimliliğine baktıkça mutlulukla gülümserdim. Yazık, bunu kendisine hiç söyleyemedim.”
“Fırtınalar koparan kadın” da diyorlardı onun için, “deli saraylı” da. En çok hangisini severdi bilmem. Doğrusu, bunu önemsediğini de pek sanmıyorum. Dostoyevski’den esinlenerek taktığı adla ailesinin Alyoşa’sı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, “Masal adeta gözlerinde! Pek az insan etrafını bu kadar güzel görebilir,” diye tarif ettiği, Orhan Peker’in “Çağımızın en gerçek, en sevgili kadınıydı,” dediği, hiç büyümeyen, merakını ve şaşma yeteneğini hiç yitirmeyen, kendi deyişiyle yaşamanın en büyük tutku ve aşk olduğuna inanan bir sihirdi sanki.
Aliye; Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir ile dünyaca ünlü ressam Fahrünnisa Zeid’in küçük kız kardeşiydi. Şirin Devrim ve Füreya Koral gibi Cumhuriyet tarihine adını yazdırmış iki muhteşem kadının ise delidolu teyzeleriydi. Köklü bir ailenin yüzyıllık asaletine başkaldıracak denli cesur, aşkı için dünyaları yakacak denli çılgındı. Büyükada’da yaşadığım yıllarda kendisiyle bir nevi komşuyduk diyebilirim. Evim, adadaki Türk mezarlığının hemen yanı başındaydı. Ve penceremden her bakışımda Alyoşa ile büyük aşkı Carl Berger’in mezarları başındaki –bana göre– “âşık ile maşuk”un en güzel temsili sayılabilecek o büyük, mütevazı, mermer heykelle göz göze gelirdik. O vakit, en sevdiği melodilerden birini çalar, teybin sesini sonuna kadar açar, Alyoşa’yı bir nevi aşkla selamlardım.
40’lı yaşlarına kadar, âşık olduğu adamın dışında başka hiçbir şeye ilgi duymamış olan Alyoşa, uzun yıllar sonra kavuştuğu aşkını evlendikten altı ay sonra kaybeder. Vapura yetişmek üzere koşar adım indikleri Kadıyoran Yokuşu’nun bitiminde gelen ani bir kalp krizi, Macar kemancı Carl’ı oracıkta ayırıverir Alyoşa’sından. O andan sonra kendini adeta yaşamdan azat eden bu güzelim kadın, bitimsiz bir ruhi bunalımın içine düşmüştür artık. Ne yapsalar işe yaramaz, ne yapsalar kendine getiremezler onu. Tam da umutların iyiden iyiye tükendiği bir vakitte eline aldığı bir iğneyle, metallerin üzerine sevdiği adamın suretini kazımaya başlar. Gravürün fiziki manada en acı verici sanat olduğunu bilir ve içerideki acıyı, dışarıdaki acıya yaren kılarak –belki de hiç farkında olmadan– Türk gravür sanatında yepyeni bir döneme imza atar.
Alyoşa, hayatının son yirmi yılında elliyi aşkın sergi açar, dünyaca ünlü sanat galerilerine adını altın harflerle yazdırır. Ölümü, diğer bütün ölümler gibi sessiz ve dokunaklı olur, ama çocuksu ruhu ve bitmek tükenmek bilmez çılgınlıklarıyla, geride kalanlara ölümün bile bir rengi olduğunu gösterir.
Dehayla çılgınlığı, yaşama hüznüyle yaşama sevincini bir arada harmanlayan gravür ustası, ressam Aliye Berger’i ne zaman anımsayacak olsam aklıma Ahmed Arif’in şu dizeleri gelir;
Öyle yıkma kendini, öyle mahzun, öyle garip… Nerede olursan ol; dayan kitap ile, dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, umut ile, sevda ile, düş ile. Dayan rüsva etme beni. Bir umudum sende. Anlıyor musun?
Hayatın tüm yangınlarına aşk ile, sanat ile, umut ile, tırnak ile, diş ile, düş ile dayanmış ve direnmiş tüm kadınlarımıza selam olsun.
Dünya zor bir yer, amenna. Lâkin ne demiş şair: “Her ne olursa olsun, dik dur ve gülümse. Bırak, neden gülümsediğini merak etsinler…”