Yerdeki Ekmek

Yerdeki Ekmek

IRMAK ZİLELİ
Bozuk Saat - 05 Şubat 2018

Yatağından fırladı telaşla. “Ayşegül! Ayşegül’e bir şey oldu!” diye bağırdı koridorda. Hangi ara nabzına kurulduğumu hatırlamadığım kadın neredeyse nefes alamaz haldeydi.

Sabahın erken saatleriydi… Salonun kapısında beliren yaşlı adam titreyen bir sesle sordu: “Ne oldu kızım?” Yaşlı adamın sorusu cevap bulmadı. Kadının nabzı şah damarında atıyordu.

Adam farkında olmadan elindeki gazeteyi sıktı. Açık olan bulmaca sayfasının çoğu dolmuştu. Herkesten önce o kalkmıştı. Neyi gözden kaçırmıştı ki? Torununa bir şey olduysa asla affedemezdi kendini.

Kadın, “Kıza bir şey oldu,” dedi alelacele ayakkabılarını giyerken. “Ekmek almaya göndermiştim.”

Yaşlı adam duyduklarını kavramaya çalışırken, kadın doğruca kapıya yöneldi, kapı ağzında devam etti: “Sesini duydum baba, bağırdı yavrum, kesin, kesin bir şey oldu.” Tıkandı, konuşamadı daha fazla.

Kulaklarında çınlayan sesi ben de duyuyordum şimdi. O çınlamayla birlikte kadının nabzından sıyrılıp merdivenlerden aşağı doğru yuvarlandığımı hissettim. Her şey çok hızlı gelişiyordu ve gezmedik nabız bırakmayan ben bile tespit edemiyordum zamanı.

Nihayet kendimi apartmanın sahanlığında, sırtını duvara vermiş olan Ayşegül’ün dört nala koşan nabzında buldum. Yalnız değildi. Ağlıyordu ve bir adama sarılmıştı. Adamın onu sakinleştirmek için bir şeyler söylediğini işittim. Burnuma kesif bir ter kokusu geldi… Kız ağlıyordu ve kulakları yanıyordu. Utançtan mı? Adam, “Tamam, yok bir şey, şaka yaptım, ağlama,” diyordu. Çocuk tanımadığı bu adama sarılmasının yanlış olduğunu biliyor fakat yanlıştan da dönemiyordu. Nasıl olup da inanmıştı, böyle şaka olmazdı ama çaresizlik onu inanmaya zorlamıştı işte.

Sonunda ani bir dürtüyle geri çekildi. Adamın kolları, kızın iki yanını tutan iki demir parmaklık gibi uzanmıştı duvara doğru. Az önce ağlar halde celladına sarılmış bu kız çocuğundan o demir parmaklıkları aşması beklenmezdi doğrusu.

Ama o, bunu nasıl akıl edebildiğini kendi de bilmeden, adamın kolunun altından bir hamlede geçiverdi parmaklığın öte tarafına. Kurtardı kendini. Kolları boşta kalan adamın şaşkın bakışları altında merdivene doğru attı kendini. Üçer, dörder çıkıyordu şimdi basamakları.

Bense kızla yukarı tırmanmak yerine, kendimi bu ne idüğü belirsiz adamın nabzına atmıştım çoktan. Anlamak istiyordum, ne yapmıştı kıza? Ne tür bir iş dönmüştü acaba, küçük bir kız çocuğu için bile pek dar bu apartman girişinde?

Adamın telaşlı nabzından zihnine, hafızasına sıçradım. Bir an önce bu apartmandan çıkıp gitmesi gerektiğini düşünüyordu, fakat bir şey onu tutuyordu. Öylece donup kalmıştı kızın arkasından bakarken…

Dokuz, bilemedin on yaşındaydı kız. Herif onu ilkin bakkalda görmüştü. Ekmek alırken… Ama…

Ama önce buradan çıkıp gitmeliydi. Birazdan ailesi gelebilirdi kızın ve onu bu halde bulurlarsa rezillik çıkardı ortaya. Kızı ilk gördüğü ânı falan sonra düşünecekti, şu an hiç sırası değildi.

Apartman kapısını açmaya çalışırken kavrayamadı kapı kolunu. Terden ıslanmıştı eli. Bakkaldan buraya kadar kızın peşi sıra yürüyüşünü hatırladı. Arkadan seyretmişti onu yol boyu. “Ekmek almaya gecelikle çıkarsa olacağı bu. Benim bir suçum yok,” diye geçirdi içinden. Anası da mı görmemişti, hadi kız küçük bilmeyebilir de. Ne biçim analar vardı, evlatlarına hiçbir şey mi öğretmiyorlardı. Bakkaldan buraya kadar takip etmişti, kız uyanmamıştı hiç. “Aptal bir şeydi belli ki,” dedi sokaktan apartmana uzanan bozuk bahçe yolunda yürürken.

“Kötü bir niyetim yoktu, bir kez dokunacaktım hepsi bu.”

İstemsiz sırıttı adam. Kızın apartman kapısını itmeye çalıştığı an canlandı zihninde. Ağırdı kapı, arkasından yetişip yardımcı olmuştu kıza.

Herifin zihninin perdesinden izliyordum Ayşegül’ün yaşadıklarını.

Ekmeğin fiyatını soruyordu herif. Kızın yüzünde anlık bir şaşkınlığın belirip geçtiğini görebilmiştim. Koca adamın ekmek fiyatını bilmemesini yadırgamıştı belli ki. Yine de n’apsın, söylemişti işte. Tam o anda, kızın şaşkınlığından yararlanıp elini sokuvermişti geceliğinin altına herif.

Kızın ağzı kocaman açılmıştı. Çığlık, evet çığlık atmaya çalıştığı belliydi fakat cılız bir ses bile çıkmamıştı ağzından. Yataktan fırlayan annesini düşündüm. Nasıl olmuş da duyabilmişti kızının çığlığını?

Adam parmaklarını burnuna götürüp geri çekti, etrafına bakındı. “Kaçırdık,” diye söylendi, “yapacak bir şey yok, toz olsak iyi olacak.” Caddeye bir atsa kendini, sonrası kolaydı. Yeniden birkaç dakika öncesine ait görüntüler belirdi zihninde.

Sessiz de olsa kızın çığlığı telaşlandırmıştı işte adamı. “Şaka yaptım,” dedi. “Korkma, şaka yaptım.” Ayşegül ağlayarak sarıldı adama. Bunu fırsat bilip kızı duvara iteledi adam. İşte bu, Ayşegül’ün nabzına sıçradığım o andı.

Her şey yerli yerine oturuyordu şimdi. Çığlığın atıldığı sırada yukarıdaydım. Evleri çatı katındaydı ve ne kadar bağırsa da on yaşındaki bir çocuğun sesi onca katı aşamazdı.

Caddeye varınca sigara yaktı adam. İlk nefesi içine çekerken dönüp sokağa baktı, suç mahalini belleğine kazımak istiyordu belli ki. Bir süre buralarda görünmese iyi olacaktı. Kızın yüzünü bile hatırlamıyordu çünkü. “Aynı kıza denk gelirsek işimiz yaş,” dedi yere tükürürken. Sonra arkasına bakmadan karıştı cadde kalabalığına.

Sıradan bir adam. Kimsenin haberi yok az önce işlediği suçtan.

Küçük bir kız. Şimdilik annesinin kollarında.

Yerde bir somun ekmek. Olayın tek tanığı benim.

, , , , , , ,
Share
Share