Yine, yeniden Küçük Kadınlar!
“Küçük Kadınlar”, yeniden gibilerinden bir başlık takılmış aklıma. Hatta Gmail’de mesaja girip bakınca, biri Küçük Kadınlar olan iki kitabın kapağını da gördüğümü hatırlıyorum. Hem de çok yakınlarda. Epeyce aradım, sonunda bir BBC dizisine razı olmak durumunda kaldım. Kitapla ilgili başka bir şeyler bulursam, size de hemen bildiririm.
Şimdilik, dizi vesilesiyle güzel kitabım bir kez daha aklıma düştü ya, bana yeter. Küçük Kadınlar / Little Women ilk olarak çok küçük yaşta okuduğum, ondan sonra da farklı yaşlarda defalarca okuduğum bir kitaptır. Bu arada insanların (genellikle kızların) ya da kitabı çocukken okumuş olanların niye beğendiklerine, karakterleri nasıl yorumladıklarına bakıyorum da, acaba ben başka bir kitap mı okumuştum diye merak ediyorum.
Bilmiyorum, Louise May Alcott’un kitabı, henüz okuma yazma bilmediğim sıralarda annemin bana okuduğu kitaplardan mıydı? Öyle olmasa bile, birlikte okuduğumuzdan eminim. O da kitabı sevmiş olmalı. Ne de olsa karakterler arasında, hatta dört kız arasında bile, aklı başında olanlar vardı. Annem de aklı başında biriydi, ne var ki Allah ona aklı başında bir kız çocuğu nasip etmemişti. Kızların ikincisini, yazarına en çok benzeyeni Jo’yu çok sevmemi, hep onun tarafını tutmamı, hemen hemen her yaptığını beğenmemi de nazik bir sessizlik, ince bir tebessümle karşılamıştı. Ama Jo’yu o da severdi herhalde. Kim sevmez ki?
Gerçi küçük kızların niye sevdiği de bir başka esrar. Her annenin hayalindeki hanım hanımcık ve güzel Meg’i; bir küçük melek olan, müziğe yetenekli Beth’i; kendini beğenmiş olsa da gerçekten çok güzel Amy’yi bile sevmelerini anlayabilirim. Ama küçük kızlar genelde Jo gibi biri olmayı hayal etmezler ki. “Tek hazinesi” gözüyle bakılan uzun, güzel saçlarını kesmek onda (makul denebilecek bir nedeni olsa da), güzel kıyafetlere aldırmamak, hatta onlardan rahatsız olmak onda. Üstelik, kızlara uygun bulunan işleri yapmayı da hiç sevmez. Ama annesini üzmemek için yapmaya çalışır.
Edebiyatı, kitap okumayı, bir şeyler yazmayı sever ama. Kendi aralarındaki oyunda (bir trajediydi diye hatırlıyorum), “Roderigo”nun ‘r’lerini söylemeyi beceremeyip, kendi yazdığı oyunun en dramatik anında, sevgilisine “Ğodeğigo” diye hitap etmesiyle kalbimi kazanmıştı. Çünkü o sıralar ben de ‘r’leri bir türlü beceremeyip yumuşak g’yi andıran yarım yarım sesler çıkarıyordum. Sonunda binlerce kez, ‘r’ye bastırıp “horoz” diyerek bayağı bir ilerleme kaydetmiştim.
Bana benziyordu işte. Yazarına da benziyormuş zaten, bir üçlü oluşturmuştuk.
Bilmeyen yoktur herhalde ama (aslında hiç belli olmaz), Küçük Kadınlar March ailesinin Amerikan İç Savaşı sırasında 1860’larda, New England’daki hayatını anlatır. Vaiz babaları savaştadır, ama akıllı ve ileri görüşlü bir kadın olan Bayan March, dört kızıyla geçimlerini sürdürmeyi, onların eğitimlerini aksatmamayı başarır, iyi insanlar olsunlar diye gayret eder. En büyükleri Meg, güzeldir, terbiyelidir, iyi kalplidir. Jo, bizim Jo işte. Beth’in bünyesi zayıftır, hastalanır. Mahcuptur, yabancılarla konuşmaya utanır. Piyano çalmak ona mutluluk verir. Amy’nin de resim yeteneği vardır. Ne yazık ki biraz fazla güzeldir, herkese tepeden bakar. Jo, okul dışında, huysuz March Teyze’nin yanında çalışır. Beth evde annesiyle oturur. Meg ev işlerinde özellikle nakış dikişte (babaya örülen çoraplar, atkılar, kazakları da unutmayalım) annesine yardım eder. Kızların en iyi arkadaşı ise, yanlarındaki evde, zengin ve huysuz dedesi ile yaşayan Laurence – Larry’dir. Onun en iyi arkadaşı da Jo’dur tabii.
Louise May Alcott’ın Küçük Kadınlar / Little Women’ı 1868 ve 1869 yıllarında iki cilt olarak basılmıştı. Ne tuhaf! Şimdi okusanız da garipsemezsiniz. İnsanların en büyük özellikleri, pek değişmeyerek yüzyıllara meydan okumaları demek ki. BBC dizisinin senaristi Heidi Thomas da, belirsizliklerin baş gösterdiği dünyada, mutluluk arayan bir ailenin hikâyesini ekranlara yeniden getirmenin tam zamanı olduğunu düşünüyormuş. Dizi bu yıl ABD ve İngiltere’de yayınlanacak.
Gene de, en iyisi kitabı okumak. 1949 yapımı filmi çok önceden izlemiştim. Ne yazık ki çıtı pıtı June Allyson’ı Jo olarak kabul etmek çok zor. Elizabeth Taylor da Amy’yi oynuyordu. Oysa George Cukor’un yönettiği “Little Women / Dört Kızın Romanı”nda (1933) Katharine Hepburn harika bir Jo olmuştu. Yaşımız tutmadığı için onu izleyemedik. Küçük Kadınlar sinemaya, sahneye uyarlandı; opera oldu, müzikal oldu, çizgi roman olarak karşımıza çıktı.
Ama en güzeli, iki üç yıl önce aldığım, Little Vampire Woman’dı. Yazarlarının adı Louisa May Alcott & Lynn Messina diye belirtilmiş. Kapağında, dört kızın üçü o döneme uygun giysilerle piyanonun etrafına toplanmış. Ağızlarından kan sızıyor, notalar da kan içinde. En azından komik olduğunu söyleyebilirim. Dedim ya, en iyisi kitabı okumak.