Yokuş Aşağı tırmanmak
Biri bana, “Nereye dönmek istemezsin?” diye sorsa, hiç tereddütsüz vereceğim yanıt “Ergenlik yıllarıma,” olur. İnsan ömrünün belki de en karmaşık yılları değil mi ergenlik yılları? Hayatın hiç bilmediğin sayfaları önünde bir bir açılırken, “yeni” olan her şeyle bir anlamda baş ettiğin yıllar.
Maik Klingenberg de 14 yaşında bir ergen. Alkolik bir annesi ve on dokuz yaşındaki asistanıyla “iş gezileri”ne çıkan bir babası var. Sınıftaki tüm erkeklerin âşık olduğu kıza o da âşık; ancak kendini müthiş sıkıcı bulan biri. Wolfgang Herrndorf’un romanı Yokuş Aşağı’nın baş kahramanı ve anlatıcısı.
Maik’in yaşamı, sınıflarına yeni gelen, öğretmenleri ve sınıftakileri hiç takmayan tavırlarıyla dikkat çeken Rus kökenli Andrej Çiçatşov, namıdiğer “Çik”le değişir. Çik, yaz tatilinin sıradan bir gününde çaldığı Lada marka arabayla; annesi alkol bağımlıları için bir kliniğe giden, babası da asistanıyla “iş gezisi”ne çıkan Maik’le karşılaşır ve ona Eflak’a* gitmeyi önerir. Elbette bu ürkütücü teklife ilk başta pek de sıcak bakmayan Maik, bilinmeyenin cazibesine karşı koyamaz ve haritasız, pusulasız ve bir sürü gereksiz yiyecek ve malzemeyle yola çıkmayı kabul eder. Yol, karşılarına hiç bilmedikleri hayatları, hiç karşılaşmadıkları sorunları çıkarır. “Var olma”nın sınıftaki kızlara kendini beğendirmek ve kendini eğlenceli bir tip olarak göstermekten başka yönlerinin de olduğunu, tam da bu yolculukta keşfederler.
“Küçüklüğümden beri babam bana dünyanın kötü olduğunu öğretti. Dünya kötü ve insanlar da kötü. Kimseye güvenme, yabancılardan uzak dur, falan filan. Bana bunu annemle babam anlatmıştı, bana bunu öğretmenler anlatmıştı ve bunu televizyon da anlatıyordu. Haberleri seyrettiğinizde: İnsanlar kötü. Spiegel –TV izlediğinizde: İnsanlar kötü. Ve belki de bu doğruydu, belki de insanların yüzde doksan dokuzu kötüydü. Ama işin tuhafı, Çik ve ben, yolculuğumuz boyunca neredeyse yalnızca kötü olmayan yüzde bire rastlamıştık.”
Kitaba özgün adı “Tschick”i veren Çik’se yetiştirme yurdunda kalan bir göçmen. Zeki biri olmasına rağmen derslerde sürekli değişken bir başarı grafiğine sahip. Almanya’nın etnik yapısına baktığımızda, onun gibi göçmen çocukların varlık mücadelelerinin çok daha zor olduğunu, çoğunun ileriki dönemlerde pek iyi okullara gidemediğini küçük bir araştırmayla öğrenebiliyoruz. Aslında roman Maik’in öyküsü üzerine kuruluymuş gibi görünse de, her iki gencin de hassasiyetlerini, çıkmazlarını yansıtıyor bize.
Türkçe’ye Suzan Geridönmez’in kazandırdığı Yokuş Aşağı, bir gençlik romanı olmanın yanı sıra bir yol romanı da. Çocuk ve gençlik edebiyatı severlerin özellikle bildikleri gibi, ana kahramanı anlatıcı yapmak, öyküyü yazmanın en zor kısmıdır. Çünkü yazar olarak çok temkinli davranmanız gerekir. Kendi yetişkin duygu ve düşüncelerinizi kahramana-anlatıcıya yüklediğiniz anda okuyucu sizden kaçar. Bu romanın en büyük başarısı da, herhalde burada saklı. Ne bir yönlendirme ne de zorlama mesajlar verme çabasına girişmiş yazar. Bizi, bu yol öyküsünü gerçekten Maik’in anlattığına inandırıyor.
Bildiğiniz üzere, yokuş aşağı yürümek, yokuş çıkmaktan bir bakıma daha zahmetlidir. Sizi pek yormaz belki, ama sürekli kontrollü olmak zorundasınızdır. 14 yaş ve üstü gençlerin, Huckleberry Finn ve Çavdar Tarlasında Çocuklar romanlarını unutamayan yetişkinlerin bu romanı büyük bir keyifle okumaları dileğiyle.
*Kitaptaki çevirmenin notu: Eskiden Romanya topraklarını oluşturan iki eyaletten biri. Öteki Boğdan’dır. Almancada “Wallachai” denen Eflak, Türkçedeki Kafdağı gibi “hayali yer” anlamında kullanılır.