Zonguldak
“z. z. z…”
Adım Adnan. 1967 yılında Zonguldak’ta doğdum.
2004 yılının 8 Kasım günü Zonguldak’ta öldüm.
Ölüler konuşamaz, diyorsunuz, ben de size diyorum ki rüyadaysanız konuşursunuz.
Karımın rüyasından anlatıyorum bunları size.
Güzeller güzeli karım çıkarıyor o “z.z.z…” seslerini.
O uğursuz geceden beri her gece onun rüyasında buluşuyoruz.
**
O uğursuz gece… Kozlu Maden Ocağı’ndaydık. Yerin 560 metre altında. 7 numaralı ocakta. Paydosa yalnızca yarım saat kalmıştı.
Yarım saat kalmıştı güneşi görmemize.
Ne yazık ki güneş yerine bir ateş topu gördüm iç balkona geçerken. Ve kulakları sağır eden bir patlama.
Sonra… Sonrası yok. Verdikleri temiz hava ve kurtarma çabaları hiçbir işe yaramadı.
Çaresizlik çok fena.
Adapazarı depreminde göçük altındaki o zavallı insanlardan biri gibiydim o an.
1999 yılıydı. Deprem fena vurduydu Adapazarı’nı. Haberi alır almaz yollara düştüydük. Ertesi sabah oraya vardığımızda, “Biz buraya ceset çıkarmaya gelmedik, canlı çıkaracağız insanları,” demiş, günlerce kazmış ha kazmıştık toprağı. Kurtarmıştık bazılarını, ceset olmamışlardı.
Bizi kurtaramayacaklardı, hepimiz biliyorduk bunu.
Kurtaramadılar.
Ceset olarak kavuştuk yeryüzüne, güneşe.
Oysa her sabah madenden çıkar çıkmaz uzun uzun güneşe bakardım. Sonra koşarak evime gider güneş yüzlü karımı, Bahar’ımı öperdim.
Ne güzel kızdır benim Bahar’ım.
“Kömür gözlüm,” derdim ona, kızardı, kömürü sevmezdi.
“Ekmek paramız bizim kömür,” desem, ona da kızardı.
“Akpak Adnan’ım benim,” derdi.
Kara renkli olsam beni sevmezmiş, öyle söylerdi.
8 Kasım’dı.
Biz aşağıdakiler umutsuzca bekleşiyorduk.
Yukarıdakiler madenci bayramını kutluyorlardı o gün.
Uzun Mehmet Caddesi boyunca yürüyüp, Uzun Mehmet Abidesi’nin önünde toplanmışlardı. Abidede şunlar yazardı:
Uzun Mehmet: Ereğli Köseağzı Deresinin yukarı kesiminde Neyren Deresi yamacında ilk kez kömürü bulan kişi. 8 Kasım 1829’da. Bu abide onun hatırasına 8 Kasım 1932’de dikilmiştir.
Onlar yukarıdaydılar, bayramda, biz aşağıda, madende.
Bayram bitmeden haberimizi aldılar, koştular yardımımıza…
İşe yaramadı. Yukarı çıkardıklarında cesettik.
Karımı çağırdılar. Tanımadı beni.
“Bu benim Adnan’ım değil!” diye feryat etti.
“Benim Adnan’ım süt gibi beyazdı, kaymak gibi beyazdı,” diye ağladı.
“Be gönülparem, tonlarca kömür yığıldı üstüme, anlasana!” deyivermek istedim ona.
Hayattayken çok kereler söyledim, bak dedim, seninle birlikte yaşlanamayız, madencinin ömrü en fazla kırk sene, kaza görmezse eğer…
Kaza dersen, işte onu garanti edemem, derdim. Ağlardı ben konuştuğumda, daha bir senelik evliyiz, konuşma bunları derdi. Konuşurdum gene de. 1829’dan beri nasıl öteki madenci eşleri bu yazgıya boyun eğdiyse o da eğecekti, öğrenmeliydi.
Kısa sürer madencinin aşkı Bahar’ım, kısa, söylemiştim sana… Rüya kadar kısa…
**
Rüya kadar kısa…
Uyandın Bahar’ım, hoşça kal…