Affet beni sevgili günlük,
Bir İstanbul Kitap Fuarı’nı daha bin bir rezil tecrübeyle bitirdim. Fuarın boy ortalaması bir metreydi; veletlerin çokluğu, haliyle yaratıcı fikirler açısından zihin açıcı oldu benim için.
Genelde çay-kahve ve sandviç kuyruğunda bütün o veletlere hak ettikleri saygıyı gösterdiysem de, iş yüz numaraya gelince, tamamen üriner nedenlerden, aynı saygıyı gösteremediğimi ve hiç utanmadan engelliler tuvaletini kullandığımı söylemekte bir beis görmüyorum. Hatta bu geniş ve temiz alanı, beynimin kulaklarımdan dışarı akmasını engellemek için de sık sık kullandım. Tabii sigaraya çıkmadığım zamanlarda!
Dur bakayım, kaçıncı gündü; önündeki altı ikinci sınıf öğrencisini azarlayarak sıralarını çalmaya kalkan annem kılıklı bir kadını da engelliler tuvaletine çekip biraz hırpaladım. Bir arkadaşımın bana Günışığı’ndan “Şiddet ve Şiddetsizlik” kitabını hediye etmesi daha bir anlam kazandı gözümde. Ben de karşılık olarak ona ON8’den Katilin Gözyaşları’nı hediye ettim. Mesajı aldı gibi geldi bana ama…
Fuarın ilk birkaç günü hava güzeldi. Hava güzelken benim de kafam ne kadar güzel olur bilirsin. Hele muhabbetime doyum olmaz. Ama güzel günlerin yerini soğuk ve ıslak günler alınca tadım kaçmadı değil. Kaçabildikçe kafenin sigara da içilen bahçeciğine kaçtım; fuara düşen yavruları görürüm, hatta daha iyisi onlardan biriyle tanışırım umuduyla ama nerdee! Bahçe Greenpeace ve WWF elemanlarından geçilmediği gibi, az önce yolunuzu kesmiş ve reddedilmiş olduklarını hatırlamamalarını da çok acıklı buldum. Israrlarında huzuru bozan ve saklı, vahşi bir yan vardı bence. Egzotik şeyleri seviyorsanız neden olmasın! Ancak yağmurdan kaçmak için altına sığındığımız güneşliklerin bir garson kardeşimiz tarafından kapatılması, itirazlarımızın bize güneşlikle yağmurluk arasındaki farkın açıklanmasıyla geçiştirilmesi de çok makbule geçti. Güzel dilimizde bilmediğim ne çok küfür varmış, hemen fuar defterime not ettim. Söz konusu kitap fuarı ziyaretçisi olunca, kelime dağarcıkları da zengin oluyor haliyle.
Ara ara rakipleri kolaçan etmeyi de ihmal etmeden, bizim ON8’in standında da durdum bol bol. Suçlu, Kırmızı Başlıklı Kız Ağlıyor, JJ Kim? ve Katilin Gözyaşları öyle bir satıldı ki, gören bedava dağıttığımızı sanır.
Doğan Egmont ve Dex başta olmak üzere birtakım D’lerin başı Özgür Bey’in bizim koordinatör Aslı Tohumcu’yla bir sıkı fıkı halleri vardı ki, hatunu Doğan grubuna kovalayasım geldi! Canımı esas sıkan, ben standda erkek sinek bile göremezken, onun elin adamlarıyla… töbe töbe… Bu arada şaka maka, okuyucularımızın, en azından fuara yolu düşenlerin yüzde doksanı genç kızlar! Bu da bana kariyer planlamamın bir yerinde hata yaptığımı ciddi ciddi düşündürdü. Transfer olasılıkları dosyamı durduğu çekmeceden çıkarmanın vakti geldi anlaşılan.
Bizim ON8’cilerin ‘web çocuğu’ dedikleri, benimse Galadriel demeyi tercih ettiğim Esra’yla, Günışığı’nın web çocuğu Memozit beni pek aralarına almadılar. Ama Twitter’a o kadar güzel şeyler yazdılar ki lanet olasıcalar, kendimi retweet etmekten alamadım. Hele ON8’in Levent Erden’le etkinliğinde öyle bir coştular ki, şaşkınlıktan ağzım açık kaldı. Adamın düşünme ve konuşma hızına yetişmek için bir şeyler çekip geldiklerinden eminim ama delilim yok. Zaten delilim olsa, onları benimle arkadaşlık etmeye pekâlâ da zorlardım.
Bu arada sevgili günlük, Levent Erden de ne konuşmacıymış ama… Ha makineli tüfek, ha Levent Erden. “ON8’de ince eleyip sık dokuyan, olmayan zamanlarda okunsun diye en iyisini seçmeye uğraşan bir avuç enayi, bilumum deli var,” derken enayiden kastettiği mi, deliden kastettiği mi bendim anlayamadım. Erden’in yanına moderatör olarak oturttukları Tohumcu da ağzını açıp birkaç cümle kurabildi neyse de…
Standa dönersek… Birtakım yaşlı amcalar, İntihar Notlarım adlı romanımızın kapağını görüp, “Yavrum, utanmıyor musunuz elin bebelerini intihara teşvike!” diye parmak salladılar. O parmakları, genç kızların kapaktaki oğlanın fotoğrafını görünce “Hii! Emir’in kitabı!!” diye çığlık koparmaları indirdi ancak. Oğlunu kızını arayanlar da bizim standdaydı, ama göğsümü gere gere, hiçbir rüşvet bizi konuşturmadı diyebilirim. Bu fuarda soğuduğum iki şey varsa, biri kendini yetişkin sananlar, diğeri de veletler. O uğultu kulaklarımdan hiç çıkmayacak gibi geliyor, darlanıyorum sevgili günlük…
Radikal Kitap, fuardan canlı yayın yaptı web tv’siyle. Yayın yönetmenimiz Müren Beykan dururken beni çıkaracak halleri yoktu tabii ama, yine de içim gitmedi değil. Neyse, ben yine de yarın bir gün gerekir diye Beykan’ın beyanlarını bir güzel ezberledim. Cümleleri hafif değiştirerek kullanırım, kendisi bile anlamaz, benden çaldı sanır alimallah…
Bizim bloggerlar, çevirmenler, hatta onların boyca sokak lambası direğinden farkı olmayan kocaman kocaman çocukları, herkesler geldi de insana doyduk valla fuarda. Yoksa ne o öyle, haftada beş gün, kafan kitaba gömülü, yok onu oku, bunu düzelt! Karakterimin sosyopat yönü iyice pekişmişti, biraz boşaldım.
Anlatacak daha bir dolu şey var (sergiler, Hollandalılar, paneller) ama, fuarda bardağı altı liradan satıldığından, kahveye hasret kaldım, mutfaktan da hazır güzel kokular gelirken…