Tatil
Öğlene doğru uyandı. Başı ağrıyordu. Ayağa kalkarken az kalsın uyumadan önce kanepenin altına gelişigüzel itiverdiği bilgisayarının üstüne basıyordu. Sendeledi ama son anda bilgisayara bir zarar vermekten de, yüzüstü yere kapaklanmaktan da kurtuldu. Bütün gece çeviri yapmış ama aldığı işin ancak üçte birini tamamlayabilmişti. Bu da, nerden baksan, işi teslim etmek ve parasını almak için üç hafta var demekti. Parasız üç hafta daha.
Banyoya gidip lambanın düğmesine bastı. Işık yanmadı. Ampulün patladığını düşündü önce. Evdeki başka bir lambayı daha denedi. Ama hayır. Hiçbiri çalışmıyordu. Birden anladı, elektriği kesmişlerdi. Son aylarda üst üste ödemediği faturalar yüzünden, bekliyordu bunu ama yine de canı çok sıkıldı.
“Allah kahretsin!” diyerek banyo kapısına sert bir tekme indirdi ve cep telefonunun ışığında işeyip yüzünü yıkadı. Islak yüzünü kurulamadan aceleyle giyinip kendini dışarı attı. Karnını en ucuza doyurabileceği bir kafeye oturdu. Kaşarlı tostla çay söyledi. Okuldan birkaç çocukla selamlaştılar.
Bir yol bulması gerekiyordu. Önümüz koca bir yaz, diye düşündü. Kirayı en fazla bir ay daha geciktirebilirim, ev sahibi kapının önüne koyar bu gidişle. Yaz tatili yüzünden özel ders verme olasılığı da yoktu artık. Evi boşaltıp, teyzesinin evine geri dönmeyi bile düşündü ama şimdilik bu en son çareydi. Eniştenin bitmez tükenmez öğütleri, her şeyi ben bilirim havaları… Çekilecek şey miydi, bunca zaman yalnızlığa alıştıktan sonra.
İçeriye, bölümdeki asistanlardan biri girdi. Eren. Boş yer bulamayınca, gelip onun masasına oturdu. Büyük bir fincan filtre kahveyle krep almış. Tuzu kuru tabii herifin, diye düşündü. Asistan maaşıyla olacak gibi değil yaşadığı hayat. Altında araba, gece gezmeleri, kızlar, bir giydiğini bir daha giymemeler. Aileden zengin, diye duymuştu.
“Nasıl gidiyor?” diye sordu Eren, kahvesinden koca bir yudum alırken.
“İyi abi,” dedi. “Fena değil. Bitti sınavlar.”
“E şimdi ne yapacaksın? Memlekete mi yoksa tatile mi?”
Ağzını peçeteyle sıkı sıkı silip boş tost tabağını yandaki boşalan masaya bıraktı. Doymamıştı. Eren’in önündeki krepe nasıl baktıysa, “İster misin bir parça, bana fazla gelecek,” diyerek, yarısını ona uzattı Eren.
Çikolata soslu ve muzlu krepten bir parça ısırdı. Yavan tostun üstüne damağında yağ gibi kaydı.
“İkisi de değil abi,” dedi. “Birkaç çeviri işi aldım. Onları bitirip teslim edeceğim. Bu aralar biraz sıkışık durumlar.”
Bunu söylerken utandı. Çayının son yudumunu başına dikti.
Aklına parlak bir fikir gelmiş gibi parmağını şıklattı Eren.
“Baksana, iyi araba kullanmayı biliyor musun?”
Şaşırdı. Bu da nerden çıkmıştı şimdi. Arkasından ne gelecek diye bekledi.
Tam bu sırada Eren’in cep telefonu çaldı. Arayan sevgilisiydi herhalde. Kırıta sırıta konuşmasından öyle anladı. Konuşmayı kısa kesip ona döndü Eren,
“Biz üç arkadaş tatile çıkıyoruz,” dedi. “Araba var ama hiçbirimiz iyi şoför değiliz. Boş ver çeviriyi filan, bizimle gel. Arabayı kullanırsın. Bütün masrafların bizden, üstüne bir şeyler de veririz. Hem tatil de yapmış olursun, fena mı?”
Birden öyle cazip geldi ki bu teklif, düşünmeden evet deyiverdi. Detayları daha sonra konuşmak üzere sözleştiler; Eren’in yetişmesi gereken bir randevusu vardı, kalktı.
Bir çay daha ısmarlayıp eve döndü. Eren’le arkadaşlarını hayal etti. Kimdi onlar, hepsi erkek miydi, nerden tanışıyorlardı? Onlar da besbelli tuzu kuru tiplerdi, onu isteyecekleri, kabul edecekleri nereden belliydi? Bunları düşünerek kanepede uyuyakaldı.
Kendini bir otelin lobisinde bütün düğmeleri gırtlağına kadar iliklenmiş bir gömlek ve pantolonla gördü. Yaz sıcağında şakaklarından ter akıyordu. Camdan baktı. Aşağıda, deniz kıyısındaki lokantada Eren ve arkadaşları masayı donatmış, yanlarında fıstık gibi kızlarla eğleniyorlardı. Biri kızlara parmağıyla onu işaret edip bir şey söyledi, hep birlikte güldüler.
Rüyanın tam burasında uyandı. Biri boğazını sıkmış gibi hissediyordu. Bir bardak su içti ve telefonunu bulup aceleyle Eren’i aradı.
“Abi,” dedi. “Bugün konuştuğumuz o iş var ya. Ben vazgeçtim. Benim burada kalıp çalışmam gerekiyor. Size iyi tatiller.”