SAA-1 / 009 Birtakım Garip Şeyler
Şiir bitince babam, “Garip işte bunlar. Gariban yani. Oku ama özenme sen. Hepsi aç ve genç öldüler,” derdi. İstikbalimden hep çok korkardı babam. Niyeyse!
Rahmetli babam, televizyon vitrininin bir gözündeki kitaplığından Safahat’ı çeker, bize hep aynı sayfayı okurdu. Gece İstanbul’un karanlık sokaklarında su dolu çukurlarda düşe kalka yürüyen adamın şiirini. Evcek gülerdik. Çünkü o yıllarda Gördes’in sokakları da böyleydi. Elektrik direklerindeki lambaların kahir ekseriyeti bozuk olurdu. Sonra mutlaka bana Orhan Veli’den bir şeyler okuturdu. En çok “Kuyruklu Şiir”i severdim. Oradaki ciğercinin kedisinin, Kasap Enver’in kapısında bekleyen tekirli, tek gözlü fırlamalardan hangisine benzediğini düşünürdüm sık sık.
Şiir bitince babam, “Garip işte bunlar. Gariban yani. Oku ama özenme sen. Hepsi aç ve genç öldüler,” derdi.
İstikbalimden hep çok korkardı babam. Niyeyse!
Orhan Veli’nin genç ve aç ölüşü dışında, aşk acısı içinde öldüğünü de biliyoruz.
Onun adını vermediği, kim olduğunu bulma işini edebiyat tarihçisine bıraktığı “sevgilisi” Nahit Hanım’a yazdığı mektuplar bu sene yayımlandı: Yalnız Seni Arıyorum (YKY).
“Nahit,
Bir haftadır senden haber alamıyorum. Vaktin mi yok, hasta mısın, yoksa kasten mi yazmıyorsun? Kısa da olsa cevabını beklerim. Gözlerinden öperim.” (İstanbul, 10 Şubat 1947)
Nahit Hanım, 2002 yılında bu dünyadan göçtüğünde Zeynep Oral köşesinde şöyle yazmıştı:
“Bundan iki ya da üç ay önce Balıklı Rum Hastanesi’nin bir odasında, Nahit Hanım’ın yatağının kenarına oturmuştum. Güneşli bir cumartesiydi. Eli avuçlarımın içindeydi. Yatağın ortasında minicik, hem de miniminicik kalmıştı. 90’lı yaşlara meydan okurcasına anlatıyor, anlatıyor, anlatıyordu. En çok, eski günleri anlatıyordu. Sevgiyi, güzellikleri, aşkı… Dostlukları, dayanışmayı, aşkı… Şiiri, edebiyatı, aşkı… Belki isimleri, zamanı, mekânları karıştırıyordu, ama duyguları kesinlikle karıştırmıyordu… Pencereden vuran ışık huzmesi, yatağın ortasında çırpınan minicik bir kuşun kanat ve yürek çarpıntılarını aydınlatıyordu. Güzel havalara veda zamanıydı… Yaşam, avuçlarımızın, parmaklarımızın arasından kayıp gidiyordu… Bunun o da, ben de farkındaydık…”
Nahit Hanım, Orhan Veli’nin hocası Halil Vedat Fıratlı’nın eşi. Bu kapalılığın ve katmerleşen sızının bir nedeni de bu olsa gerek.
Halil Vedat, 1921-23 yılları arasında İstanbul’da kesintisiz 42 sayı yayımlanan Dergâh mecmuasını çıkaranlar arasında yer almış. İstanbul işgal altındadır o yıllarda ve Dergâh, Anadoluculuğun en koyu savunucularındandır.
Derginin çekirdek kadrosunda Yahya Kemal, Fuad Köprülü, Ahmet Hamdi de vardır.
Bakın, Dergâh’ın çıkışını Mustafa Nihat Özön nasıl anlatmış:
“O vakitler İkbal Kıraathanesi vardı. Çarşıkapı’dan, Nuruosmaniye’den çıkınca sağ kolda. Askerden terhis olmuş iki kardeş açmıştı, orayı ilk kez. Biz de oraya dadandıktı. Adeta lokantamızdı. Çünkü beş kuruşa simit, çay, işte öğle yemeklerini öyle geçirebiliyorduk. Halil Vedat, Ahmet Hamdi, Kadri Yörükoğlu işte bütün üniversiteli arkadaşlar. Haşim (Ahmet Haşim) bile dadanmıştı oraya. O zaman Düyun-ı Umumiye’de çalışıyordu, çıkınca ilk işi oraya gelmekti. Haşim, dolayısıyla Abdülhak Şinasi de (Hisar) gelirdi. Meşhur Farsça öğretmeni Tahir Nadi (Divrikli) zaten oranın gediklisiydi. Eee, işte bizde dergiler ekseriya böyle bir ortamda doğar. Edebiyata, şiire, hikâyeye düşkün birkaç kişi bir araya geldi mi, ‘Haydi bir dergi çıkaralım’ derler. Bizimki de aşağı yukarı öyle oldu. Dergi çıkarmayı Halil Vedat ortaya attı. Derginin adı için orada bir sürü ad önerildi. Uzun bir liste ortaya çıktı. Sonunda ‘Dergah’ta karar kıldık.” *
İşte edebiyatçılar bugün de aşağı yukarı böyle dergi çıkarmaya karar veriyorlar. Birinin “Hadi” demesine bakıyor.
Halil Vedat, aynı zamanda 1922’deki, “Darülfünun Grevi” diye tarihe geçen üniversite direnişinin de baş örgütleyicileri arasındadır. Adı anılan olayda, Darülfünun öğrencileri işgali destekleyen öğretim üyelerinin istifalarını isteyerek uzun süre derslere girmediler.
Ama belki de Orhan Veli’nin, öğrencisi olmaktan en büyük mutluluk duyduğu kişi lise edebiyat hocası Ahmet Hamdi’dir.
Orhan Veli’nin edebiyat tutkusunu ateşleyenlerin başında sayarlar hep Ahmet Hamdi’yi.
Ama hep öğrenciler öğretmenlerinden etkilenecek değil ya, Ahmet Hamdi’nin de Garip şiirleri çıktı ortaya bu sene.
Orhan Veli arşivindeki, Mîna Urgan’a ait bir mektubun arka sayfasında, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Garip şiirini taklit ettiği sekiz kısa şiir eskizini Yapı Kredi Yayınları’nın iki aylık edebiyat dergisi Kitap-lık’ın Mart-Nisan 2014 sayısında okuduk.
Halide Edip Adıvar’ın asistanı ve şairin mesai arkadaşı Mîna Urgan, Tanpınar’ın bu şiir müsveddeleriyle dolu kâğıdı Ankara’ya, Orhan Veli’ye göndermiş.
Bir tanesi şöyle:
Mina cigara içiyor
Kaplan esniyor
Ben düşünüyorum
Çayımız gelince hepimiz birden sevineceğiz
Kim demiş ki hayat kötüdür
Kaplan, dediği Ahmet Hamdi’nin o zamanki asistanı Mehmet Kaplan.
Ahmet Hamdi, Orhan Veli’nin, Cerrahpaşa’daki son anlarında yanında olmuş.
“Daha orta mektebin birinci sınıfında talebem olan Orhan’ı Cerrahpaşa Hastanesi’nde son defa oksijen çadırının altında yarı çıplak, güçlükle nefes alır ve o kadar güzel hayalleri yakaladığı dünyamızın yalnız akı görünen gözlerinden boşanırken gördüğüm günü hiçbir zaman unutamam. Şiirimize tatlı anlaşmazlığı ve lezzeti getiren zekâ, kendisi olmaktan çıkmıştı.” **
Kim bilir, belki elinden tutmuştur ve “Geçecek bunlar evladım. Dayan!” demiştir.
İşte bütün bunlar hep Garipliğe dair.
Her iki anlamda da…
* “Mustafa Nijat Özön’le Konuşma”, Ulusal Kültür (Üç aylık kültür dergisi), Yıl: 1, Sayı: 4, Nisan 1979
** Edebiyat Üzerine Makaleler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergâh Yayınları, 2011.