Çift kaymaklı kadayıf
Geçen hafta yazı yazmadım, çünkü zaten Günışığı Kitaplığı kutlamaları sayfaları doldurmuştu. Biz, ON8’in iki kıdemli yazarı, Ahmet Büke ile ben de orada hazır ve nazırdık. Günün konuşmacılarından Kutlukhan ile de orada buluştuk. Bizden önce gitmiş, yetişip yakaladık. Kutlukhan Kutlu, benim kan hısımım, meslektaşım ve Harry Potter kitaplarında çeviri eşim. O gün de çeviri üzerine bir konuşma yapacaktı. Güzel bir konuşma oldu.
Ama daha önce yemeğe yetiştik. Daha doğrusu, neşeli masamıza. Geçenlerde Caddebostan’da buluşan ve gül gül ölen ekipten Müren, Ahmet, Haluk Kalafat vardı masada. Mine de oradaydı ama hiç oturmadı galiba. Masamızın hatırlı konukları Latife Tekin ile Karin Karakaşlı’ydı. Karin’i, Ahmet Büke’nin ON8 Kitap’tan çıkan kitabı İnsan Kendine De İyi Gelir için yazdığı yazı nedeniyle kutladım. Kitabın sahibi kadar, yazıyı yazan hakkında da ruh bilgileri veren, çarpıcı, sıcak bir yazıydı. Karin, bu kitabın öyle bir yazıyı hak ettiğini söyledi.
Başlıktaki çift kaymaklı kadayıftan kasıt ise, o gün hem Zeynep Cemali Öykü Yarışması 2015 ödüllerinin verilmesi, hem de Günışığı Kitaplığı’nın yirminci yılının kutlanmasıydı. Orda burda gördüğünüz vecizemsi levhalar da kitapların isimlerinden yola çıkarak yaratılmıştı. Mesela, benim elimde gördüğünüz “Soğuktan korkmayan tek kuş” gibi. Oysa ben asıl, Behçet Çelik’le birlikte güleryüzlü bir poz veren Ahmet Büke’nin seçtiği kedili vecizeye niyetlenmiştim ama, “Bu kadın da her yere kedi ismi-resmi koyuyor,” demesinler diye kuşa fit oldum. Onları da çok severiz gerçi. Bu arada, Behçet’le tanışmıyorduk. Ben bu konularda beceriksiz olduğum için halen de öyleyiz.
Yemekten sonra Kutlukhan’ı dinledik. Sabah konuşmacılarını kaçırmıştık ama, Latife Tekin neyse ki öğleden sonrayı seçmişti. Müren Beykan da öykü yarışmasının ilginç ayrıntılarını iletti bize. Kızlar ne kadar yazarmış, ne yazarmış? Gerçek hayattaki roller öykü kahramanlarına da yansır mıymış, gibi. Sonra da, yarışmaya katılan öğrencilerin heyecanla beklediği an geldi: ödül töreni. Tören’de; Latife Tekin, birinci Ezgi Akar’a; Feyza Hepçilingirler, ikinci Bengisu Belen’e; Behçet Çelik, üçüncü Cem Demir’e ödüllerini verdi. Yarışmacılar aydınlık yüzleriyle sahneyi aydınlattı. İki tanesinin öğretmeni yanındaydı. Birinin öğretmeni aynı zamanda babasıydı. Herkes resimler çektirdi, birbirine sarıldı.
Bir de kaybetme fasılları vardı, tabii. Necati Tosuner’le kısacık konuştum, sonra izini kaybettim. Bir seferinde yakaladım, ama başka biriyle konuşuyordu. Necati eski arkadaşımdır, çok değerli bir edebiyatçıdır. Böyle vesileler de olmasa hiç görüşemeyeceğiz. Aslında benim iki ameliyatım da dolaşabilirliğimi epeyce törpülemişti. Tören sonunda salonda çıkarken boynuma sarılan Müge’yi de bir daha bulamadım. Ama Müjgan’ı bir buldum, bir daha bırakmadım. Yan yana oturduk (benimle arkadaşlık eden kazanır. Yorulmayayım diye beni oturtuyorlar, arkadaşım da nasibini alıyor). Yalnız Müjgan’a itibar gösterilmesinin bir başka nedeni de vardı. Eksik olmasınlar, beni Facebook’tan ya da yazılarımdan, radyo programlarından tanıyıp da resim çektirmek isteyenler oluyordu. Yanımıza geldiklerinde, kibar Müjgan, “Ben kalkayım,” diye hamle edince, “Yok, yok,” diyorlardı. “Oturun, çok güzelsiniz.” Hâlbuki Müjgan onu operacı ya da tiyatrocu diye tanıdılar sanmış. İtiraz etmemesini, gerçekten güzel olduğunu hatırlattık.
Törenden birkaç gün sonra Kutlu bana bir resim yolladı. Elimdeki levhada “Korsan kızlardır” yazıyor. Hemen cevap yazıp, “Yok böyle bir şey,” dedim. Meğer yanımıza gelip onu biraz tutmamı rica etmişler. Sonra da fotoğraf çekmişler. Ne yazdığını bile görememişim. Ondan sonra da, beyaz saçlarım, (katarakta karşı) güneş gözlüğüm, siyah bastonum ve kazağımla moda ikonu olduğumu iddia etti. Ben de komiklik olsun diye yazdım ki, ne göreyim? Arkadaşlarım hiç utanmadan “Olursa bu kadar olur,” demezler mi? “Senden âlâsı mı olurmuş?” Kör-topal dolaşmaya çalışan bir zavallıyla bu kadar kafa bulunur mu?
Sonunda, bu ‘moda ikonu’ rezilliğinin mimarı olan beyefendiyle kendimizi Sahaflar Festivali’ne attık, ama ikimizde de dolaşacak hal kalmamış. Pera Müzesi’nin Kafe’sine gittik ama masada çöküp kaldık. Sonunda kendi yakamıza geçtik. Kutlukhan biraz oturup gitti, ben de yatıp bir güzel uyumuşum. Ama gece rüyamda bile arkadaşlarımla buluşmuş, hoşça vakit geçirdim. Buluşmanın edebi bir buluşma olması da cabası. Edebi dedim de, Sahaflar Festivali, Tepebaşı’nda daha iki gün açık. Kasım başında da Kitap Fuarı başlıyor. Yeni yazarlar, kitaplar, arkadaşlar aramaya ne dersiniz? Korsan kızların da, çocukların da keşif yolu daima açık kalsın!