Basından: Bu katili seveceksiniz
Şili’nin kendine has coğrafyasının en ücra köşesindeki yaşayan bir çiftin ziyaretine yalnız bir adam gelir. Ürkütücü bir hali vardır ve sanıldığı gibi de “Tanrı misafiri” değildir… Hatta Tanrı’yla alakalı biri hiç değildir… İsminin “Angel” yani “Melek” olmasına rağmen o şeytanın ta kendisidir. İsimlerini bile bilmediği kendisine hizmet etmekten başka bir hiçbir şey yapmayacak olan iki insanı kılı bile kıpırdamadan öldürür. Yerdeki cesetlere aldırış etmeden masaya oturur… İlk cinayeti değildir bu… Kaç kişiyi öldürdüğünü kendi de unutmuştur. Öldürmek onun için öyle büyük harflerle yazılacak bir kelime değildir. Öldürmek onun sorunları çözmek için kullandığı bir yöntem, insanlarla kurduğu bir ilişki biçimidir, kısacası öldürmek bir alışkanlıktır onun için… Angel; Şili’nin en acımasız katilidir. Augusto Pinochet’den bile daha büyük bir katildir… Şili’nin hemen hemen her yerinde arandığı için böylesi ıssız bir yere gelmiştir. En azından bir süre içindeki öldürme isteğini köreltmek ve bir süre de olsa kendine yeni bir hayat kurmak için…
Fransız edebiyatının yeni dönem yazarlarından, hatta yeni yazarların ödüllülerinden biri olan Anne-Laure Bondoux’un kitabı “Katilin Gözyaşları” bu iki cinayetle başlıyor ama öyle devam etmiyor. Yani ortada bir kan gölü yok… Angel cesetlere bakarken küçük bir çocuğun yanına geldiğini görüyor ve normalde bu çocuğu öldürmesi gerekirken daha önce hiç hissetmediği bir his buna engel oluyor. Biz bu hissi “merhamet” olarak tanımlasak da o bunu adlandıramıyor ve çocuğa “Çorba yapmasını biliyor musun?” diye soruyor… İşte bu sorudan sonra bir katil ve bir çocuk birlikte yaşamaya başlıyor. Ailesini öldürmüş olan adam çocuğun yeni ailesi oluyor ve yabancılar onu babası olarak biliyor… Çocuk büyürken katilin ilk kez öldürmeden aldığı hissin dışında hayatta başka duyguların da olduğunu anlıyor…
Yukarıda da belirttiği gibi Anne-Laure Bondoux acımasız bir katili anlatsa da kitabı bir kan gölüne çevirmiyor ama Angel’ın gerçekten vahşi biri olduğuna okuru ikna ediyor. Bu bir ön kabul da değil. Angel’ın o ürkütücü görüntüsünü yavaş yavaş yarattıktan sonra onu uysallaştırıp sevimli hale getiriyor… Bunu yaparken de dengeyi çok iyi kuruyor ve Angel’ı hiçbir zaman maskara etmiyor. Karakteri okur nezdinde sevimli kılsa da onun bir katil olduğunu unutturmuyor ve mesafesini her zaman koruyor… Anne-Laure Bondoux, çocuk ve katilin yanına gelen yabancıyı okur olarak düşlemiş ve onunla kurulan ilişki bir anlamda okur ve katilin ilişkisi olarak değerlendirilebilir…
***
Mehmet Erkurt’un Türkçe’ye çevirdiği ve On8 Yayınları tarafından yayımlanan “Katilin Gözyaşları” vaktiyle Amerika’da En İyi Gençlik Kitabı ödülüne değer görülmüş ve dünyanın pekçok ülkesinde de yayımlanmış… Kitabı yüksek merciler “gençlik edebiyatı” olarak sınıflasa da yetişkin okurun da fazlasıyla haz alacağı türden bir çalışma olduğunu söylemeliyim… Zaten bu “gençlik edebiyatı”nın ne olduğunu da anlamış değilim. Mesela gençlik edebiyatı dediğimiz şey nerede başlar ve nerede biter? 2005 yılında Çitlembik Yayınları tarafından yayımlanan “1001 Fıçı Bira” adlı ilk romanım bazı kitap evleri ve merciler tarafından “gençlik kitabı” olarak değerlendirilmişti. Oysa benim “gençlik kitabı” yazmak gibi bir niyetim yoktu. Bildiğin yetişkinler için kasabayı anlatan bir roman yazmıştım… Yani mütemadiyen içki içen ve kapakta bunun vurgulandığı bir kitabı “gençlik edebiyatı” olarak sınıflamışlardı. O zaman görece genç olduğumu ve gençlerin hikayelerini anlattığımı göz önünde bulundurarak böyle yaptıklarını düşündüm… Ama yine de saçmaydı… Yani kısacası bu “gençlik edebiyatı” meselesine hiç kafam basmıyor… İşte bu yüzden de “Katilin Gözyaşları” benim için oldukça başarılı bir roman, gençler okursa “gençlik edebiyatı” olsun yetişkinler okursa “edebiyat”…
kitapvitrini.com, Ferhat Uludere, 11 Ekim 2012