Avzını mı ısırıyım illa?
Önce kapak çarpıyor gözünüze. Tam ortasında Üzüm ile Ryuk’un fotoğrafları var, birlikte. Artemis Yayınları’ndan çıkan Kitabın adı Üzüm ve Diğer Şeyler. İnşallah yazar Yaşar M. Taşkale “diğer şeyler” derken Ryuk’u kastetmiyordur. Çünkü Ryuk zaten kendisine yeterince ilgi gösterilmediğinden şikayetçi gibi. Oysa Üzüm pek güzel konuşsa da, Ryuk’un daha da kendince bir üslubu var. Kapaktaki resme bakarsan, Üzüm küçük, Ryuk büyük. Neyse ki öyle olmadığını biliyoruz. (“sıvır yaşında bile miyim neyim daha?”) Sayfanın üst ortasına da bizim seçtiğimiz başlığı koymuşlar: Avzını mı ısırıyım illa?
Arka kapakta ise Üzüm, bütün güzelliğiyle bize bir portre sunmuş. Altında da Yaşar’a önemli bir soru soruyor? Yok, birkaç soru sanki.
– valla yaşar sormadan edemiycem artık.
– etme canım, sor.
– hani ben camdan düştüm ya küçükken.
– evet.
– sonra kayboldum ya sokakta.
– eee…
– onu diyorum işte, n’oldu, bulundum mu?
Hani böyle kitaplar olur, bilirsiniz. Laf salatası, az laf, bol foto. Sıkılırsın biraz. Ya da karikatürler. Hani birisi orada durukduru (bu kediler konuşmamı bozdu, yazmamı da), hikmet yumurtlar boyuna, hiç kıpırdamaz, yüzünü bile oynatmaz. Ben onlardan sıkılırım. Ama bunlar öyle durmuyor ki, çeşit çeşit fotoğrafları var. Fotoğraflar ile sözler, birbirini tutuyor. Önce bir ukalâlık ettim, hafif tepeden baktım. Sonra bir gülme aldı, eve gelene kadar şirketin arabasında kıkır kıkır güldüm. Şoför de yaşlı bir beymiş, “Bu beyaz saçlı ihtiyar hanım niye yol boyunca kıkır kıkır gülüyor?” diye merak etti zahir. İkide bir yan yan, arkaya baktı.
Kedilerle aramız iyidir. Yani sokakta gördüğümüz kediye “Gel pisi pisi, seni biraz seveyim,” anlamında değil. Bizim evde dört kedi var. Son ikisi bize sormadan geldi gerçi ama, sonuçta ev halkı işte. Kızımın ve halalarının ise kendi evlerinde altı kedileri var. Arkadaşımız Sema da, tek kedisiyle birlikte yaşıyor. Haliyle anlaşmazlıklar çıkıyor ortaya. Kızım, Elif yani, kedi maceralarını anlatırken onları çok güzel konuşturur. Ben de pek fena konuşturmam ama ona da imrenirim desem yalan olmaz. Hatta geçenlerde “Bir çocuk kitabı yazsam da, kedili, onları sen konuştursan,” demiştim ama yazıklar olsun! Üzüm ile Ryuk konuşmuş bile, ‘yeşar’la. Sema’nın kedisi Tekila ise, yeğeni Defne’ye bir türlü kendini sevdirmeyen bir huysuz. Onların hikâyelerini anlatmıştım bir kitapta: “Tetila ile Nemne”. Defne daha küçüktü, doğru dürüst konuşamıyordu. Kitapta isimleri de öylece kaldı.
Ama daha havalı edebiyat kedileri de var elbette. Örneğin, “Harry Potter” serisinde Hermione Granger’ın kedisi Crookshanks. J.K. Rowling onu tanıdığı bir kediden esinlenerek yazmış. Yüzü önde bir duvara dalmış gibi görünüyormuş. Herhalde İran kedisiydi diyoruz. Hermione onu Dragon Alley’den dümdüz suratı ve huysuzluğu yüzünden kimse almıyor diye haline üzülerek almıştı. Hemen belirtelim ki, çok zeki bir kedi. Geçen yıldan beri 150’nci yıldönümü münasebetiyle sık sık ortada dolaşan, herkesin çeviri şansını denediği Alice Harikalar Diyarında da, C.S. Lewis’in çok zeki bir kedi yarattığını unutmadık tabii. Ağzı kulaklarında sırıtır halde kalmış Cheshire Kedisi, kitabın en ilginç karakterlerinden biridir. Bilge bir kedidir. Elbette konuşur. “Avzını ısırıyım,” falan dediğini de duymadık. Sadece baştan ibarettir. Hep böyle miydi, yoksa kafa kopartan hükümdarlar diyarına düştükten sonra mı böyle oldu, bilemiyoruz. Şikayet ettiğini de duymadık çünkü. Kitapta bir kedi daha var aslında. Alice’in evdeki kedisi Dinah. Boyuna anlatır, över durur, hatta kuşlara bile anlattı da ödlerini kopardıydı.
Mihail Bulgakov ile T. S. Eliot’ın da kedi kahramanları olduğuna değindikten sonra, “Felidae” dizisine geçelim. Akif Pirinççioğlu’nun kedisi Francis, mahalledeki kedi cinayetlerini çözen bir kedi hafiye. Ama nedense bana hep yazar aslında kedi seven biri olmaktan çok, ilginç olsun diye bu türü seçmiş gibi gelir. Öte yandan Lilian Jackson Braun’un “The Cat Who…” serisi ve kahramanları Koko ile Yum-Yum harikadır. Yazar ilk kedili hikâyesini 10’uncu kattan düşüp ölen kedisi Koko’yu aslında birinin ittiğini duyunca yazmış. Yirmi dokuz kitaplık seri 1966’da başladı, yazarın vefat ettiği 2011’e kadar sürdü. Bütün kitapların merkezinde gazeteci Jim Qwilleran ile Siyam kedileri Kao K’o-Kung (kısaca Koko) ve Yum-Yum yer alır. Çok akıllı kedilerdir, hele Koko. Yalnızca cinayetleri çözmekle kalmaz, durumu Qwilleran’a anlatmayı da becerirler. Bir ara Oğlak Yayınları’ndan çıkıyordu…
Kedi meselesinin zaten sonu yok da, “Kedi ve Edebiyat, Edebiyatta Kedi”nin de sonu yoktur. Kedilerini kucağına almış yazar resimleri, o kedilerin hikâyeleri derken zengin bir kaynağa tepeüstü daldığınızı fark edersiniz. Ama sanmayın ki, bu zenginlik bize Üzüm ile Ryuk’u unutturacak. Ne münasebet efendim? Gözümüz üstlerinde, çünkü boş bırakmaya gelmiyor:
– Hayırdır?
– “galeba ziyanlık işledim yeşar.”
– aferin! bi de gelip söylüyosun. naptın?
– “yumurtayı yere düştü kendi.
– hiii! Sen var ya?
– “bittim mi ben?”
Bu da Ryuk oluyor.