Blogosferde, beş yazı gücünde bir Mavi Kirazlar çözümlemesi

Blogosferde, beş yazı gücünde bir Mavi Kirazlar çözümlemesi

Tankut Yıldız
04 Ocak 2013

Edebiyat tek başına yeterince tartışmaya açık değilmiş gibi farklı alt dallar da bu konuda pek yardımcı olmuyor bize; fantastik edebiyat, öykücülük, şiir, tarih romanları, çocuk kitapları… “Gençlik edebiyatı” da bu tartışma düzleminde yerini almaya çalışan, hele ki ülkemizde, henüz oldukça genç bir kalem; özellikle gençlerin ruh sağlıklarını gözetmek ile sansür arasındaki ince çizgide ilerlemeye bir son verip, öncelikle net bir tanıma ihtiyaç duyan bir kavram. Psikolojik, pedagojik ya da sosyolojik tespitler yapmak haddime değil elbette ancak kitap okumanın bu derece kutsanıp da okuma oranının bu kadar düşük olduğu bir ortamda gözlerin çevrilmesi gereken ilk gruplardan birisi gençler.

İşbu girizgahın sebebi, ON8 Kitap’ın -bir noktadan bakıldığında- bu meseleden hareketle yola çıkmış olması elbette ancak konumuz bu değil. Bilahare yeniden değinmek üzere konuyu rafa kaldırıp, asıl mevzuya geçelim: Mavi Kirazlar.

Dört yazar, dört karakter ve dört kitap… Yazarlar Sigrid Baffert, Jean-Michel Payet, Maryvonne Rippert ve Cecile Roumiguiere 16, 17 yaşlarındaki dört faklı karaktere hayat veriyorlar; –sırasıylaAmos, Satya, Zik ve Violette. Dizi yönetmeni sıfatıyla ekibi bir araya toplayan -ve aynı zamanda Violette karakterini yazan- Roumiguiere önderliğinde kendilerine Mavi Kirazlar diyen bu arkadaş grubunu sunuyorlar bize.Dostluklarının temeli, kitaplardaki gerçek zamandan 3 yıl önce yaşadıkları trajik bir olaya dayanan kahramanlarımızın dört ay boyunca başlarından geçenleri okuyoruz. Bir yandan sır gibi saklayıp, unutmaya çalıştıkları gizemli olayın ruhlarında bıraktığı etki sürerken diğer yandan genç olmanın zorluklarını çekiyorlar. Kimlik arayışları, aşkları, aileleri ve sevdikleriyle örülü olaylar silsilesinde bir nevi kendilerini arayışlarına şahit oluyoruz. Hikayemizin fonunu ise tüm ihtişamıyla Paris oluşturuyor.

Seri tüm hikayeden bağımsız olarak başlı başına deneysel bir niteliğe sahip; yazım sürecini, serinin çevirmeni Mehmet Erkurt‘un Cecile Roumiguiere ile yaptığı şu röportajdan detaylıca öğrenebileceğiniz eser, yazardan alıntılarsak “Bir hikayenin, salt metin düzeyinde farklı kişiler tarafından anlatılması, farklı yazarların ve karakterlerin seslerinin aynı metinde yansıtılması deneyimi” sunması açısından oldukça etkileyici. Serinin en büyük handikabı; kitapların tek tek, diğerlerinden bağımsız olarak okunabilirliğinin düşük olması. Elbette her kitabın başlangıçtan finale, bir bütün olarak anlatılan birer öyküsü olsa da, genel hikayeye hakim olmak için sırasıyla tüm kitapları okuma “zorunluluğu” bir seride hoşlanmadığım bir özellik.

Televizyonda öpüşen insanlar çıktığında çocuklarının gözlerini kapatan insanlar için belirtmeliyim ki; kahramanlarımızın başlarına gelen kimi olaylar “fazla erken” olarak yorumlanabilecek nitelikte. Ancak bu noktada kültürler arası farkların gözardı edilmemesi, hepsinden önemlisi cinselliğin tabu olarak görülmesinin genç ve çocuk psikolojisinde ne gibi problemlere yol açtığı gerçeğine dikkat edilmesi gerekmekte. Şahsım adına, okurken -ya da daha gençlere tavsiye edecek olursam- kafamda herhangi bir soru işareti oluşturacak hiçbir şeye rastlamadığımı belirtmeliyim -ki yazarlara ve yayınevine, sansür gibi bir çirkinliğe yer vermedikleri için de teşekkür etmek isterim.

Gelelim Mavi Kirazlar dizisinin kitaplarına:

Damdaki Melek

“Arada bir babam geliyordu aklıma. O da daha iyi bir dünya hayal etmiş ama bulamamıştı. Keşke eğlenceye daha fazla zaman ayırsaydı, daha neşeli bir hayatı olurdu belki…” – Violette

Serinin ilk kitabı olması sebebiyle giriş niteliği taşıdığı ziyadesiyle hissedilen Damdaki Melek, bütün hikayenin atmosferini oluşturmak ve karakterleri tanıtmak gibi zorunlu ve nahoş görevleri üstlenmesine rağmen serinin en beğendiğim kitabı oldu.

Hikaye, kahramanlarımızın hayatlarına giren dört farklı karakterin getirdiği etkiler ekseninde ilerliyor: “Aşk diye bir şey yok” düsturuyla yaşayan Violette‘in aşkla; ruhani bir müzik yolculuğuna çıkan Zik‘in yaşadığı macerayla; gizemli bir kıza tutulan Satya‘nın bilinmezlikle ve asosyal olma yolunda ilerleyen Amos‘un entrikalarla başa çıkmaya çalışmalarına şahit oluyoruz. Tabi bu esnada dostların birbirleriyle ilişkilerine ve serinin omurgasını oluşturan gizemli olaya da göz kırparak…

Kitaba dair ilk dikkatimi çeken unsur öykünün entelektüel arka planı oldu. Tüm kitap -hatta seri demeliyim- boyunca o kadar çok gönderme ve referans vardı ki, özellikle kitapları okuyacak olanlar için bir liste bile hazırladım -ki buradan ulaşabilirsiniz. Kimini bildiğim, kimini ise yeni tanıdığım isimlerle karşılaşmak hem okuma sürecine dinamizm katan hem de öğrenmekten zevk alanları tavlayan bir unsur haline gelmiş. Öte yandan yine yazının girişine teğet olarak; gençleri sanat alanında muhtemelen tanımadıkları isimlerle tanıştırmak gibi bir getirisi olması da artı hanesine yazılanlardan…

Kitabı favorilerim arasına sokan en önemli unsur kuşkusuz ON8’in hazırlamış olduğu “Damdaki Melek’e eşlikçi şarkılar” oldu. Müzik ve edebiyatla ilgili düşüncem malumunuz; özellikle Zik’in öyküsünü okurken, hikayeyle eş zamanlı olarak bahsi geçen şarkıları dinlemek, hiç yaşamadığım bir okuma deneyimi sundu.

Beğenmediğim kısımların başında ise merak unsurunun ziyadesiyle zorlama bir şekilde sunulması geliyor. Birebir olmasa da “Bakalım neler olacak?” kıvamındaki merak yaratma çabaları hikayenin akışını böldüğü gibi, ucuz bir hareket olarak göze batıyor. Tüm saydığım özellikler sebebiyle kitabın sonu da fazlasıyla havada kalmış. Evet, giriş kitabı olduğunu kabul ediyorum ancak hiç değilse ufacık da olsa bir sonuca bağlanmasını yeğlerdim hikayelerin.

Yol Filmi

“O an anladım, on altı yaşındayken insanın ciddiyete ayıracak vakti olmuyor!” -Zik

İkinci kitap Yol Filmi; artık atmosferi yaratmış ve karakterleri tanıtmış olmanın rahatlığıyla güzel bir öykü sunuyor. Dört arkadaşın aileleriyle ve birbirleriyle olan ilişkileri detaylandırılırken, karakterlerin de giderek olgunlaştığını gözlemleyebiliyoruz.

Ailevi sebeplerle arkadaşlarından ayrı düşme ihtimali oluşan Amos‘un ağzından bu durumla mücadelesini dinlerken, abisi vesilesiyle bir filmde dublörlük kapan Violette‘in çekim maceralarına şahit oluyoruz. Zik de ailesinin enteresan sırlarına erişirken, Amos için bir şeyler yapma çabasında başına gelenleri anlatıyor. Satya ise bu sefer başka bir aşk macerasının içinde buluyor kendisini. Geçmişte yaşanan olaya dair daha fazla detay ve daha fazla soru işareti de yer buluyor kitapta.

Farklı karakterlerin, farklı yazarlar tarafından kaleme alınmış olması daha çok hissettiriyor kendisini Yol Filmi’nde. Zaman zaman aynı olaya değinen iki karakterin söylemleri, birbirlerini yüzde yüz tutmuyor ancak bu bir hata veya çelişkiden ziyade, gerçekçilik getiriyor meseleye; tıpkı gerçek hayatta olduğu gibi, yaşanan bir olayın aktarımı sırasında muhatapların ifadeleri nasıl değişkenlik gösteriyorsa, kitapta da karakterlerimiz kendi bakış açılarına göre anlatıyor yaşananları. Bu durumla bağlantılı olarak genel olay akışı bir nebze karışıklık gösteriyor; hangi olay ne zaman olmuştu, sıralama nasıldı gibi sorular, akıcılık açısından negatif etkiler yaratıyor.

Genel öyküye dair daha fazla ipucu ve dolayısıyla daha fazla merak unsuru olsa da, bu sefer herhangi bir eğretilik göze çarpmıyor. Okurken tek temennim, soru işaretlerinin hepsinin cevap bulmasıydı -ki dördüncü kitabın yazısında değineceğim bu konuya yeniden. (Ayrıca meraklısı için Yol Filmi’nin entelektüel arka planı burada, eşlikçi şarkıları ise burada.)

Acele Etme

“Tüm fiilleri geçmiş zamanda çekme isteği yükseldi içimde. Gerekirdi… yapmalıydık… arkadaşlık özel bir dikkat ister ve biz ona bu dikkati gösteremedik.” Satya

Hemen hemen her seride kitaplardan birisi için “geçiş kitabı” tanımlaması yapılır. Genel akışta şimdiye kadar alınan yolu toparlamak ve gidilecek rotayı belirlemek amacıyla kitaplardan birisi -tabiri caizse- feda edilir. Mavi Kirazlar’ın üçüncü kitabı Acele Etme, kanaatimce bu kategoriye dahil.

Kahramanlarımız yeni yıl kutlamalarını bir maskeli baloda geçirmeye karar veriyorlar ve başlarına gelenleri dört faklı kalemden okuyoruz bu sefer. Büyük bir sırla mühürlenen dostluklarındaki çatlaklar, özel yaşamlarındaki sıkıntılarla bir araya geliyor ve her satırında ayrı bir merak unsuru yaratan bir kurguyla anlatılıyor hikayeleri.

Elbette tema maskeli balo olunca referans ve göndermelerin ardı arkası kesilmiyor: Kitap boyunca bahsi geçen isimler için buraya, partide bize eşlik eden müzikler içinse buraya göz atabilirsiniz.

Acele Etme’yi geçiş kitabı olarak görmeme rağmen, serinin bir bütünlüğe sahip tek kitabı da diyebilirim sanıyorum ki; temel olarak yine genel ve özel olmak üzere iki eksende de yaşananları anlatırken, baloda olanları bir giriş-gelişme ve sonuç örgüsünde anlatıyor. İkinci kitabın kimi yerleri için söylediğim “aynı olayın farklı bakış açılarından anlatılması”nın getirdiği güzellik, burada baştan sona mevcut. Ayrıca kahramanlarımızın neticede birer ergen olduğu göz önüne alınırsa, okurken her birine ayrı ayrı sinirlenmemden de anlaşılacağı gibi, yazarlar karakter yaratma konusunda oldukça büyük başarı göstermişler. Her biri terlikle ağızlarına vurma ihtiyacı hissettirecek kadar “gerçekçi” davranıyorlar.

Tüm bu olumlu özelliklere rağmen, seride artık sona yaklaşırken okur merakını zirveye çıkarmak isteyen yazar(lar) başarısız girişimlerde bulunuyorlar. Hali hazırda yeterince soru işareti yokmuş gibi yeni sorular peyda oluyor ve artık bir neticeye erme ihtiyacı doğuyor. Yine aynı hevese kurban giden ucu açık bırakılmış son da, bahsettiğim bütünlüğü yaralıyor maalesef.

Mavi Ay

“Öngörülmez olan, budur insana yaşadığını hissettiren.” – Amos

Serinin son kitabı Mavi Ay‘a geldiğimizde ise artık yavaştan dört arkadaşa veda edecek olmanın hüznü çöküyor elbette üzerimize. Buradan ulaşabileceğiniz kitabın entelektüel arka planında da belirttiğim gibi: “Bir kitabın sonuna varmak bir arkadaşından, bir serinin sonuna varmak ise bir dostundan ayrılmak gibidir…

Sona yaklaşmış olmamız kahramanlarımızın hayatlarında radikal değişimler yaşanmayacağı anlamına gelmiyor elbette. Hatta diğer kitapların aksine, hikayenin nasıl devam etmiş olabileceğine dair yeni olaylar vuku buluyor. Sürpriz bozmadan konulara değinmeme olanak olmadığı için meseleyi, merak edenlerin hayal gücüne bırakıyorum.

Mavi Ay’da dikkatimi çeken, karakterlerin ilk gençlikten ergenliğe adım atışlarına şahit olmamız oldu. Seri toplamda dört ay gibi kısa bir süreci ele alsa da Amos, Zik, Violette ve Satya‘nın karakterlerindeki değişim oldukça etkileyici. Karakterler, adeta yazarlarla beraber olgunlaşıyorlar ya da vice versa. Uzun soluklu bir işe imza atmanın bir getirisi olarak görebileceğimiz bu durum, yine okura kolay kolay yaşayamayacağı bir olanak sunuyor; bu gelişim sürecini rahatlıkla gözlemlemek.

En büyük problem, üç kitap boyunca biriktirilen soru işaretlerinin havada kalmasıydı. Merak yaratma çabasıyla ortaya atılan unsurlar, neredeyse hiçbiri bir çözüme ulaşmadan oldukları yerde kaldılar. Seri boyunca hikayenin omurgasını oluşturan gizemli olayın çözümü ise bariz bir şekilde aceleye gelmiş diye düşünmüştüm -ki yine yukarıdaki röportajda Roumiguiere’in bunu “itiraf ettiğini” görebilirsiniz. Görece enteresan bir senaryoya sahip olsa da, pek tatminkar bulmadığım bir son oldu benim için.

-o-

İlk kitabı bitirdiğimde hakkındaki düşüncelerimi hemencecik yazıp yazmamak konusunda kararsız kalmıştım; dört kitabı bir yazıya sığdırmanın, özellikle internet ortamında uzun yazıların pek hoş karşılanmadığını göz önüne alırsak, pek akıllıca olmayacağını biliyordum ancak seri bir bütün olarak ele alındığında daha çok anlam ifade ediyordu. Dolayısıyla öyle ya da böyle, on kaplan değilse bile beş yazı gücünde tek bir yazıyla Mavi Kirazlar yolculuğumu aktarmış bulunmaktayım sizlere.

Aerosmith’in şarkıda, hayat için söyledikleri (life’s a journey, not a destination) okuma sürecinde temel düsturunuzu oluşturuyorsa, Mavi Kirazlar‘ı mutlaka okumalısınız. Sunduğu farklı okuma deneyimleri ve deneysel yapısıyla, hiçbir okurun kaçırmasını istemeyeceğim bir seri. Öte yandan sizin için önemli olan yolculuk değil de varacağınız yer ise, yani sonlara ederinden daha fazla değer veriyorsanız ikinci bir kez düşünmenizde fayda var diyebilirim.
Son olarak bu macerayı yaşamama vesile olan ON8 Kitap‘a, yayın koordinatörü Aslı Tohumcu‘ya, serinin yazarlarına ve çevirmeni Mehmet Erkurt‘a ve elbette yaklaşık on beş gün boyunca beraber yatıp kalktığım Mavi Kirazlar‘a teşekkürlerimi sunarım. Paris’te yeniden “karşılaşmak” ümidiyle…

, , , , , , ,
Share
Share