Keyifli günler ve heyecanlı bir akşam
Mesleğim sorulunca “Çevirmenim,” demesem de, çeviriyle yakın bir ilişkim var. Her şeyden önce, beraberliğimiz elli yılı aşmış. Ona bakarsanız, edebiyatla beraberliğim de yetmiş yılı bulmuştur. Çünkü okuma yazma öğrenmeden önce akşamları yatma vaktinde annem bana sevdiğim kitapları okurdu: Tom Sawyer, Oliver Twist, Polyanna, Küçük Kadınlar. Doğrusu bunları kimin Türkçe’ye çevirdiğini düşünmek aklımdan geçmezdi.
Ancak birkaç yıl sonra bu sorunun cevabını merak etmeye başlamış, çevirmen isimleri ezberlemiştim. Aralarından biri de, o sıralar bunu bilmesem bile, daha sonra LCC’de İngilizce-Türkçe ve Türkçe-İngilizce çeviri öğretmenim olacaktı. Seniha Yazıcıoğlu’nun acemilere yol gösteren öğütlerinin içinde, en fazla şunu sevmiştim: “Cümleyi kuyruğundan yakalayın.” Gerçekten de, yapması o kadar kolay olmasa da fevkalade faydalı bir öğüttür.
Kasım ayı içinde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı (İKSV) tarafından bir yıl önce vefat eden Talât Sait Halman adına düzenlenen çeviri yarışmasının jürisine davet edildiğimde, çeviri ile uzun yıllar geçirmiştim. Hatta Kutlukhan ile ikimiz, “Harry Potter” sayesinde, bu meslekte pek olmayan bir şeyle karşılaşmış, çocuklar tarafından tanınan çevirmenler olmuştuk. Alberto Manguel’in Hayali Yerler Sözlüğü sayesinde iki kişinin nasıl bir tek kitaba üçer buçuk yıl harcadığını yaşamış çevirmenler… Yani, hayli tecrübe sahibiydik.
İyi de olmuş, çünkü Halman jürimiz çok sağlam bir jüriydi: Doğan Hızlan başkanlığında Yiğit Bener, Ahmet Cemal, Kaya Genç ve bendeniz. Bu ilk yılın bir cilvesi olarak, çok az vaktimiz ve 40’tan fazla kitabımız vardı. Bu da, çeviriler ile orijinalleri karşılaştırmak için de çok az vaktimiz olduğu anlamına geliyordu. Yiğit hemen listeler yapmaya girişti. Hayali Yerler Sözlüğü yüzünden bu sanatta ustalaşmış biri olarak katkıda bulundum. Arada yaptığımız jüri toplantıları, eldeki kitaplar hakkında konuşmalarımızla geçiyor, Doğan Bey’in anekdotları ve esprileriyle de daha bir renkleniyordu. Ama bizlerde de yeterince anekdot vardı.
Ne de olsa, 35’inin altındaki Kaya, sahiden de genç olsa, Yiğit Bener yaş ortalaması temsil etse de, Ahmet’le ben yaşıttık, Doğan Bey bizden biraz büyüktü. Yani hiçbirimizin hayatının baharında olduğu söylenemez. Tecrübe açısından bakarsanız, faydaları var elbette.
Herkesin seçtiği bir ya da iki kitap belli olunca, o kitapları bütün jüri üyeleri okudu. Yeniden tartıştık ve sonunda Siren İdemen’in çevirisini seçtik. Metis Yayınları’ndan çıkan bir George Perec kitabı: La Boutique Obscure: 124 Rêves / Karanlık Dükkan: 124 Rüya. Ödül töreni akşamına kadar herkes sus pus oldu, ama Martı Otel’e gelenlerin hepsi ödülü kimin aldığını biliyordu. Tevekkeli Doğan Bey bize dememiş, “Edebiyat dünyasında hiçbir şey gizli kalmaz,” diye. Sahiden de kalmamıştı.
İKSV’nin ilk edebiyat ödülü töreni hepimizi memnun etti. Talât Sait Halman Çeviri Ödülü’nü alan, şahsen tanıdığım, hatta Nokta binasında birlikte çalıştığım Siren İdemen ile Metis Yayınevi temsilcileri oradaydı. Yayınevlerinden arkadaşlarımız da. İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı konuşmasında, “Türkiye’nin ilk Kültür Bakanı ve ilk Kültür İşleri Büyükelçisi olan, 2008 yılında İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın Mütevelliler Kurulu Başkanlığı görevini üstlenen Talât Sait Halman’ı ölümünün birinci yılında özlemle anıyoruz…” diye başladı. “Talât Bey, vakfımızın kurucusu Nejat Eczacıbaşı’nın İKSV ve İstanbul Festivali’yle ilgili heyecanlarını sürecin en başında paylaşan isimler arasında yer almış ve festivalin gerçekleştirilmesine hem dönemin Kültür Bakanı, hem de bir kültür-sanat insanı olarak gönülden destek vermişti…” Eczacıbaşı’nın ardından Talât Sait Halman’ın tiyatro oyuncusu kızı Defne Halman da bir konuşma yaptı ve babasını nasıl özlediğinden, onun ne kadar değerli bir kültür-sanat insanı, ne kadar iyi bir baba olduğundan söz etti. O da anekdotlar nakletti. Yaşar Kemal’in babası için, “Çağımızın kültür köprülerinden biriydi,” dediğini hatırlattı. “Faulkner’ı Türkçe’ye, Sait Faik’i İngilizce’ye ilk çeviren kişiydi.” Talat Halman’ın, William Shakespeare’in bütün sonelerini çevirdiğini de hatırlatalım.
Doğan Hızlan, bir kez daha sahneye gelerek, ödülün gerekçesini açıkladı: ”Siren İdemen, yazarın kendine özgü dilini ve üslubunu Türkçe’ye büyük bir yetkinlikle uyarlamış, yazarın sık başvurduğu sözcük, hatta ses ya da ses birimi, hece düzeyindeki hınzırca dilsel oyunlar için son derece yaratıcı karşılıklar üretebilmiştir. Bunu yaparken metnin engin kültürel alt katmanlarını ve üstü kapalı göndermelerini es geçmemiş, ya metne yedirerek ya da gerekli yerlerde titiz bir çalışmanın ürünü olan yetkin çevirmen notlarıyla okurların metnin tüm katmanlarına ulaşabilmelerini sağlamıştır.” Hızlan, Metis Yayınları’na da sitem etti: “Çevirmenin isminin kapakta, biyografik bilgilerinin de kitap içinde yer almaması bizi biraz düşündürdü.”
Hızlan onu överken utanan İdemen ise, “Çevirmenlik genelde kadri bilinmeyen bir meslek, bir uğraş. İğneyle kuyu kazma uğraşı. İnsan bazen çok uzun süre emek veriyor,” diye konuştu ki, doğrudur. Hangi çevirmenle konuşsanız, haklı şikayetleri vardır. Siren İdemen, birçok yayınevinin çevirmenle yaptığı sözleşme metinlerinin bile, çevirmeni “aşağılar” nitelikte olduğunu söylüyor. Peki, memnun olduğumuz yayınevleri yok mu? Var tabii. Ya yayınevleri ile okurların hoşnut olmadığı çevirmenler? Ne yalan söyleyelim, onlar da var. İdemen, uzun yıllar gazeteci ve TV’ci olarak çalışmış, kurucuları arasında yer aldığı Express, Roll ve Bir+Bir dergilerinde muhabirlik, yazarlık ve editörlük yapmıştı. Ona göre ödüllü metnin en büyük zorluğu, yazarın kelime ve ses ‘cambazlıkları’ndan ziyade, metinde Perec’in önceki kitapları ve hayatına yapılan göndermeleri atlamamaktı.
Hepimiz için heyecanlı bir akşamdı aslında. Martı Otel’i hayatımızdan memnun şekilde terk ettik. Doğru bir çeviri seçmiştik, takdirle karşılanmıştı. Mesleki bir deformasyon olarak, jürilik görevinden de, sabahlara kadar kitap okumaktan da, törenimizden de keyif almıştık. Eh, deformasyon işte…