Kitap raflarının ruhu
Boyd Tonkin, Alberto Manguel ile yaptığı bir söyleşide ondan “kitap raflarının ruhu” diye söz etmiş. Bir tarif bir insana ancak bu kadar iyi uyabilir. Bu mükemmel okur, elbette kitap raflarının da ruhu. O rafları yanında taşıyamasa da.
Yazar, çevirmen, editör ve mükemmel okur Alberto Manguel, Boğaziçi Üniversitesi’ne (BÜ) konuk oldu. Doğrusu, uluslararası misafir programları Boğaziçi Chronicles‘ın 2015 yılındaki ilk konuğu olarak onu çağıran BÜ’ye bir teşekkür borcumuz var. Manguel BÜ’de okur-yazar ilişkisi, edebiyat tarihi, Türkiye’deki dil devrimi ve kültürel antropoloji üzerine atölye çalışmaları yapıp, konferanslar da veriyor. Ne yazık ki, karlı hava yüzünden ilkine, diz belası nedeniyle de ikincisine gidemedim. Karşıda oturan bir insan için saatleri de pek münasebetsizdi. Beni sormuş ama, sağolsun. Onun için, Manguel dönmeden önce ne yapıp edip bir boş vaktini bulacağım inşallah.
Hayli kitabını çevirdiğim sevgili yazarım, 7 Ocak’ta Meltem Gürle moderatörlüğündeki “Borges, Kütüphaneler ve Okumanın Keyfi’’ adlı söyleşiye katıldı. 14 Ocak’ta da, “Merakın Tehlikeleri” başlıklı bir konuşma yaptı. Hemen aklıma kitaplarından birindeki hayli uzunca “Borges Âşık / Borges in Love” adlı denemesi geldi ki, tadından yenmez. Genç Alberto, hayran olduğu büyük yazara 1964-68 yılları arasında kitap okumuş. Böylece okurluk mesleğine sağlam bir başlangıçta bulunmuş. Okurdur, evet, her şeyden önce bir okur. İlk gün, Borges’in edebiyatından, genel anlamda okurluğun ne olduğundan, kendi okurluk hallerinden, her güne Dante okuyarak başlamasından söz etmiş.
Sansürü de ihmal etmemiş elbette. Tarih boyunca iktidarı ele geçiren herkesin yakıp yıkarak, korkutup susturarak sansür uygulamaya çalıştığını söyleyen Manguel, işi yazarların gücüne bağlamış: “Ancak bu çaba eninde sonunda yazarların ellerinde bulundurdukları gücü hissetmelerini sağlar. Tarih boyunca sözcükler ve metinler sansüre rağmen yaşamayı hep başarmıştır.”
14 Ocak’ta da “Merakın Tehlikeleri” çerçevesinde konuşmuş. Ama bu tehlike, bildiğimiz anlamda bir tehlike olmasa gerek. Olsa olsa, kaçınılmazlığı nedeniyledir. İki toplantıya da giden bir arkadaşım, “Daha çok, merakın güzelliği ve soruların gerekliliği üzerine gibiydi,” diyor. Hiç şaşmam. “Cevaplar keşfi durdurur,” demiş. Bir eser üzerine sorulabilecek soruların çeşitliliğinden söz etmiş. Merak / Curiosity, şu anda çevrilmekte olan iki kitabından biri. Onu Kutlukhan Kutlu çeviriyor, The Traveller, The Tower & the Worm’u da ben. Tek başıma Manguel çevirisi yapmışlığım da vardır ama, esas Manguel’imiz, üstadın Gianni Guadalapi ile yazdığı, bizim de Kutlukhan ile birlikte tam üç buçuk yılda çevirdiğimiz Dictionary of Imaginary Places / Hayali Yerler Sözlüğü’dür (YKY).
Kitabı bitirdiğimizi müjdeleyen bir yazıya, “Nihayet!” başlığını koymuşum. Doğrusu da odur; hiç bitmeyecek diye korkuyorduk. Onca yılımızı alan, ruh sağlığımızı temelinden yıkmasına ramak kalan çalışmaya “nihayet” noktayı koymuştuk. Çoğunu okuyup sevdiğim kitaplarla orada bir daha karşılaşmak hoşuma gitmişti. Bir kısmı da, asla unutulmayan çocukluk kitapları…
O eski tattaki çocukluk kitaplarının bir kısmının Türkçe’sini, kitabın editörü olan arkadaşımız Selahattin Özpalabıyıklar bulmuştu. Kitapta bizim kadar emeği vardır. Zaten Manguel’le yıllar önce tanışan da Selo ile bendik. Manguel bir Salı Toplantısı’na davet edilmişti. Enis Batur’la söyleşeceklerdi. Kutlukhan arazi olmuştu, yazarla Selo ve ben tanıştık. Çok da heyecanlandık.
Sonra, önceki yıldı galiba, İstanbul Kitap Fuarı’na geldi. A Reader of Reading / Okumalar Okuması’nı çevirmiştim (sonra o kitapla ortak yazıları olan bir başka kitap daha çevirdim). Tanıştık, nezaket gösterdi, kitabımı imzaladı. Ama Hayali Yerler Sözlüğü çevirmenlerinden biri olduğumu öğrenince, çok memnun oldu. Fuarda yemek yedik. Kitabı nasıl aldığımı, nasıl zorlandığımızı anlattım. Sadece kendimizi değil, aile fertlerimizi de işin içine dahil etmiştik. Tek suçlu da, kitabı çevirmek isteyen kişiydi, yani ben.
Hayali Yerler Sözlüğü bittikten sonra Aslıhan (Dinç) bana yeni bir Manguel kitabı verdi, galiba The Library at Night. Oysa bir daha elimi Manguel’e sürmemeye şahit huzurunda yemin etmiştim. Ne var ki, yeterince sinsi davranamamışım. Kızım -ki, aynı zamanda NTV Yayınları’nda direktörümdür- beni elimde Manguel çıktılarıyla görünce, “Ne? Gene mi Manguel? Sen ailemizi mi parçalamak istiyorsun?” diye feryat etti. Eh, ben de yazarıma söyledim tabii; “Kızım sizden nefret ediyor,” dedim. O da benden, bir dahaki gelişinde onu kızımla tanıştırmamı istedi. “İyi adamdır,” diye referans da verecekmişim. Öyledir hakikaten.
Boyd Tonkin, Alberto Manguel ile yaptığı bir söyleşide ondan “kitap raflarının ruhu” diye söz etmiş. Bir tarif bir insana ancak bu kadar iyi uyabilir. Bu mükemmel okur, elbette kitap raflarının da ruhu. O rafları yanında taşıyamasa da. Ne de olsa üstat, diplomat bir babanın ülkeden ülkeye gezen oğluymuş. Kendi kitapları, kütüphaneleri, hatta genel anlamda kütüphaneler hakkında çok düşünür, çok yazar. Mesela, Fransa’da, Loire Vadisi’nin güneyinde, on evi bile olmayan bir köydeki evinde yoktan var ettiği otuz bin kitaplık kütüphanesini gözümle görmüş gibi biliyorum. Gözüyle görmüş olan Enis Batur’dan da biraz tüyo almıştık tabii. Manguel, kütüphanesinin, hayatı boyunca defalarca oluşturulup sonra da terk edilen muhteşem bir hayvan olduğunu söylüyordu. Ama mücadele etmiş, kendini korumuş. Korumuş derken ayakta kalmayı kastediyor herhalde. Hep emniyette olmayı değil. O koca kütüphane gene taşınıyor çünkü. Manguel, New York yolcusu; kitaplar da depoya yerleşecekmiş. Şimdilik…
Küçüklüğünden beri kitapla büyüyen insanların ortak noktaları oluyor. Örneğin, okuma-yazma öğrenmeden önce sana kitap okuyan biri vardır mutlaka. Bana annem okurdu, ona dadısı okurmuş. Kitapların konduğu rafı hatırlıyor, ben de okunduktan sonra nereye konduklarını. Okumayı öğrenince de o kitaplara, bir de kendi gözünle görmek için herhalde, büyük bir aşkla yeniden saldırırsın. Ergen yaşlarda kendi kitaplığını kurup, kendi kurallarını koymak da sadece bana mahsus değilmiş meğer.
Kimi insanlar kütüphanelerini hiç yanlarından ayırmayacak kadar şanslı oluyor. Kimi ise, her yer-hayat değişimiyle yeniden kuruyor. Manguel’e şimdi en yakın gelen kütüphane, ergen yaşlarının kütüphanesiymiş. Bu kütüphanede, onun için bugün önemli olan her kitabın bulunduğunu söylüyor. “Onların üzerine eklenen binlerce kitaptan pek azı o derece önemlidir.” Evet, yıllarla birlikte sahiden de yenilerini keşfetmektense, bildiğin kitapların aşina rahatlığını aramaya yatkın oluyorsun. Gene de yabancı bir kütüphanede merak edilen bir kitaba atılmış ilk bakışın tadı, başka hiçbir şeyde bulunmaz.
—