Sen dur, ben utanırım
Günaydın herkese.
Bugün Ertem Eğilmez’in doğum günü. Hafize Ana’nın zilini duyar gibiyim, ofisin koridorlarında yankılanıyor sanki. Kahkahası da cabası. Şimdi genç bir güruh uyansa, “kızlı-erkekli” kavgalar olsa, sonunda iş muzipliğe bağlansa ve birlikte dersler kırsak…
Ama bu duyguya geçmek biraz çaba istiyor. Utancı failince duyulmayan hoyratlıkların, suçların, yıkım ve cinayetlerin ülkesinde yeni bir hafta daha başladı dün ve dinemiyor öfke.
Önümüzde yeni kitaplar, yeni yazarlar, yeni konular ve sorular. Ama önümüzdekilere konsantre olup onları en önemli görebilmek, bizim için asıl zor zanaat.
Gençliğe dokunan bir edebiyatın arayışıyla debelenirken, gençleri harcayanların utanmazlığıyla küçülüp silikleşmemek çok zor.
Gencini sevmeyen, sevmemeyi telkin eden ve bundan zerre utanç duymayan Bey’leri izlemek son derece iç kaldırıcı.
Genci bulup, onunla insanı ve edebiyatı konuşmak isteyenlerle, gencin mezara girip bulunmaz hale gelmesini isteyenlerin aynı sokaktan yürüyebildiği bir gezegenin bu tuhaf toprağında, bazen biz de bilemiyoruz sabahları nasıl karşılayacağımızı.
Bu hafta da, kendini ilkbahar sanan ve hormonlarla kimyagerlik oynamakta inat eden bir kışın içindeyiz. Bu hafta da yağmur çiselemeyi unutmuş, göz pınarları da kurumayı.
16 Şubat Pazar günü, “Türkiye için Adalet, Fenerbahçe için Adalet” yürüyüşüne katılan on binlerin Ali İsmail Korkmaz’ı anmak için attıkları tezahüratı duyup da titrememek çok zordu. Tabii ki titredik yine, ruh mahkûm.
Fenerbahçe-Kasımpaşa maçındaki 34. dakikanın vuruculuğu yine bambaşkaydı. Ürperticiydi. Bilindikti ve yitirilmeyesiydi.
Renklerin ya da takımın heyecanı değildi bu; kesinlikle değildi. Ben ve benim gibi, bırakın renkleri, meşin top geni dahi gelişmemiş bireyleri ekranlara, seslere, sokaklara, ortak duygulara bağlayan şey, bambaşka bir ateşti. Kökeni içimizdeki insanlığa, kararlı kıvılcımı 2013 yazına dayanan bir ateş.
Tribünlere gelen Korkmaz ailesini görüp de yutkunabilmemiz hepten imkânsızdı. Sadece hüzün değil ki, utanç da vardı işin içinde. Utanmayanlar yerine duyduğumuz utanç. Öfkemize ve haklılığımıza ihtimal vermeyen, sadece diş gıcırdatan bir gölgeörücüler grubuna bakıp da duyduğumuz utanç.
“Benim seçmenim”ler ve “benim insanım”larla birilerini sahiplenir görünüp, tersine geleni dışlamaktan ve birbirine kırdırmaktan fazlasını yapmayan Bey’ler adına duyulması kaçınılmaz utanç.
Çünkü bu utanç tablosunda, en azından birileri utanmalı.
Bu ara, ON8 tayfası olarak Doğu Almanya’nın bir gettosundayız. Tesadüf ya, bağlam genç-adalet-(ön)yargı üçgeni. İnsanın hoyratlığı, yine yargısız infaza verdiği öncelikte çıkıyor ortaya. Toplumun ciddi bir kısmı desen, genci yalnız bırakmakta çok usta. Umut, ancak bellibaşlı bireylerde gösteriyor kendini. Ve onların bir araya gelebilme olasılığında. Bazen bir arkadaş, bazen bir sevgili, bazen bir öğretmen, bazen de elini doğru zamanda omzuna koymayı bilen bir baba.
Özetle, kötü şeylere rağmen iyi şeyler yapmaya devam. Yazıya eşlik eden fotoğraftaki güzelliği kalıcı, acıyı da duyulur kılarak çalışmak.
Nasılsa, bir şekilde buluyoruz birbirimizi.
Hem başka çaremiz var mı?