Yoksa bunu çeviren, çevirmen değil mi?
Filme bayıldım ya!.. Ben de diziye tutuldum resmen!.. Röportajı izledin mi dün?.. Ya sorma, sekiz bölüm birden yayınladılar, sabaha kadar sürdü… Belgeseli seslendiren adam da kimse, müthiş var ya!.. Ucundan baktım törene, iki tweet attım, yattım sonra…
Bu kadar. İzledik, bitti. Orada konuşulanları nasıl anladığımıza takılmadık hiç. Hani altyazılar geçmişti ya ekranda, kimine gülmüş, diğerlerinin farkına bile varmamıştık… İşte o cümleleri çeviren biri(leri) vardı. “Yayında emeği geçen” birileri. Hani, “Oha, bu böyle mi çevirilir!” dediğimiz zaman kullandığımız yüklemin öznesi olan biri(leri). Ekran hazretleri üflemedi o harfleri, diye umuyoruz.
Gerçi… Çok eksikli, dur-sus’lu, çok “üfürme” bir çeviriydi gerçekten. Bir saniye… Altyazı çevirmeni diye biri yok mu aslında? Yoksa sadece adı mı yok?
İşte o cephede cevapsız çok soru var.
***
Nadiren duyduğumuz, “O kanalın çevirileri/çevirmenleri çok iyi/berbat,” gibi cümleler, en azından bir “emeğin” varlığını doğruluyor bugün. Özellikle de “berbat” bir şeyler varsa.
Ama şu soru pek sorulmuyor: Çok mu zordur programın başında, sonunda, esnasında bir iki bantla çevirmenin adını duyurmak?
Olmasa gerek. Tabii o yayının “editörlüğü” mertebesinde “tuhaf” şeyler cereyan etmiyorsa. Mesela çevirmenin emeğini onun emeği olmaktan çıkarmak gibi. Sansür yoluyla, metni sahipsiz hale getirmek gibi.
Oysa çeviri aşamasında çok sıkı bir çaba yatıyor. Sonrasında o çeviriye neler yapılıyor, bilinmez ama, gecesi gündüzüne karışmış çevirmenin gözleri ahşaba dönmüş durumda. Kesin bilgi! Deneyimden naklen!
***
Çevirmene veril(mey)en değer meselesi zaten aymazlığın başka bir yüzüdür şu yeryüzünde. Yalnızca Türkiye’de değil, en “göz kamaştıran” ülkelerde de öyle –az yakından bakınca oralara, yer yer diş de kamaşıyor, şaşırmayın.
Sağ olsun, Çevbir (Çevirmenler Meslek Birliği) yıllardır çalışıyor, bizleri toparlıyor ve anlatıyor bu dertleri. Yazıyor, yayımlıyor. Örgütlenebiliyoruz, az çok. Çok daha iyisini yapmalıyız, ayrı.
Ve edebiyatta çevirmenin adının hemen her kitapta yer aldığı on yıllık dilimleri yaşıyoruz. Bazen içeride, bazen kapakta. Ama o insan en azından var, eleştiriye açık bir şekilde bakıyor kitabın bir yerinden.
Öncesi, sadece “ciddi” yayınevlerine, geleneğine sahip çıkan yapılara mahsus bir “kalite”ydi. Bunun dışındaki örneklerdeyse… yazar tutmuş, on küsur dilde bizzat yazmış sanırdınız. Nasıl bir tanrıyla anlaşması vardıysa artık.
Habercilik ve yayıncılık “yapan” dergilerde ve gazetelerde okuduğumuz makalelerin, söyleşilerin de bir çevirmeni olduğunu biliyoruz artık, ismiyle cismiyle.
Ama şu metni alttan akan çevirmenler… Video altı harflerin sahipleri… Ya da sesi arkadan, kabinden ya da yayından gelen eşzamanlı çevirmenler… Kimsiniz siz?
***
Onların kim olduklarını öğrendiğimiz ya da en yakın ipucuna eriştiğimiz anlarsa, bambaşka bir trajikomedinin perdesi: Bu altyazı çevirmenlerinin adlarını yazabildikleri yegâne mecra, “korsan” kategorisinde yer alan internet kanalları.
Tamamen kişisel inisiyatifiyle çevirdiği altyazıları, onu gölgeleyen bir kurum olmadan –ya da onu gölgelemekle derdi olmayan aracı siteler üzerinden– internete sürebildiği için, rumuzu ve e-mail adresiyle var olabiliyor çevirmen. Çabasının altına bir kimlik “izi” yerleştirip, tebrik ya da kınama alacak şekilde de iletişime açıyor kendini.
“Hey, n’oluyor, bir yayıncı korsanı mı savunuyor!” Hayır savunmuyor. Ama “bağzı” yayıncı kurumlar savunuyor galiba. Zira telifin manevi ve birincil hakkını gölgeleyen, ciddi bir çabayı sahibinden koparan faktör, bizzat kendileri.
Parasını ödüyor, muhakkak. Bir şekilde. Bir yüzdeyle. Saygınlığı ne kadar temsil ettiği tartışılır bir miktarla. Ama biz izleyiciler, kime saygı duyacağız, o belli değil.
Yoksa konu, “telif” değil mi? Emek sahibine hakkını teslim etmemeye duyulan “öylesine” bir inatla açıklanamaz mı?
***
Acaba, bir şekilde ulaştığımız şu altyazı çevirmenlerine sorsak, “Televizyondan ya da sinemadan yansıyan o altyazıların altına imza atmak ister miydiniz?”, diye, ne derlerdi, çok merak ediyorum.
“O benim çevirim değil. Evet, ben çevirdim, ama artık benim değil,” diyen çıkar mıydı aralarından?
Ayıp, zararlı, aile yapısına aykırı, kitleyi korkutur, izleyiciyi iter, yapımcıyı ırgalar gibi genişletilmiş “ahlakçı” ve/veya “ticareten kaygılı” kategoriler altında yamultulmuş metinlerine, parasını aldıktan sonra dönüp bakmak bile istemiyor olabilirler mi ?
Acaba altyazı çevirmeninin hak ettiği değere ve sahip olduğu ada kavuşamaması, “bağzı” yayın kurumlarındaki otoritelerle sınırlı bir konu değil de… bu otoritelere eşlik eden, her türde sanatçıya ve eser sahibine zarar veren, fikirleri ve içerikleri hiçe sayan bambaşka, sistematik bir “bela”yı da mı ilgilendiriyor?
***
#SansüreDurDe‘sem şu saate, güler misiniz?