Oda Servisi
Annem oda kapısında durmuş, içi tıka basa dolu hasır plaj çantasını bir omuzundan diğerine geçirirken, kim bilir kaçıncı kez aynı şeyi tekrarlıyor.
“Bu kadar parayı otel odasında tıkılasın diye vermedik.”
Yattığım yerde klima bütün serinini üzerime üflüyor.
“Ya neden verdiniz? Havuz kenarında o bangır bangır müzikle kulüp dansı yapayım ya da dart turnuvasına katılayım, öyle mi?”
Babam şortunun ipini gevşetirken, “Bırak kızı, canı ne isterse yapsın, sana ne!” diye benden taraf çıkacak oldu. Annem hemen payladı onu.
“Tabii, unuttum. Buna ergen tripleri diyorlardı, değil mi?”
Böyle dedi ve kapıyı çekip gittiler.
Arkama yaslandım. Biraz televizyona takıldım. Gündüz programlarının hepsi birbirinden beter. Telefonu aldım elime, bir yandan kulaklıkla müzik dinliyorum, öbür yandan Facebook’ta geziniyorum. Kapının çalındığını fark etmemişim.
Bir anda odaya girdi. İkimiz de şaşırdık. Kulaklıkları çekip çıkardım.
“Affedersiniz, kapıyı çaldım ama…”
Elimdeki kulaklıkları gösterdim.
“Oda temizliği için,” dedi. Gitmeye davrandı. “Daha sonra geleyim.”
Şimdi giderse, bir daha ya gelir ya gelmez. Annemler denizden dönünce odayı temizlenmemiş bulurlarsa, vay halime! Bu sefer de, “Bak, senin yüzünden temizlik de kaldı!” diye başlayacak.
“Siz işinizi yapın,” dedim. “Ben rahatsız olmam.”
Yatakta yatarken odada çalışan birini seyretmek fazla laubali görüneceği için, mecburen kalktım.
“Biraz rahatsızım da,” dedim, sanki gün ortasında neden odada olduğumu açıklamam şartmış gibi.
“Geçmiş olsun,” dedi.
Baktım, benden bir iki yaş büyük bir kız. Zayıf, uzun boylu. Üflesen uçacak. Bu bedeniyle onca odanın temizliğini nasıl yapabildiğini merak ettim. Üstelik, bu sıcakta.
Annemlerin yatağının çarşaflarını değişti. Ayakucuna koyduğu havluları, birbirine bakan iki kuğu şeklinde katladı. Temiz çarşaflarla havlulardan mis gibi bir koku yayıldı odaya.
“Benimki kalsın,” dedim.
Her gün yüzlerce havlu ve çarşafın yıkanması saçma geliyordu. Doğayı katleden bir lüks daha. Hem, kıza da acımıştım. Mutsuz görünüyordu. Oturduğum masayı silmek için yaklaşınca, gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark ettim. Ağlamıştı.
“Bir sorun mu var?” diye sormamla gözyaşları dökülüverdi.
“İşten çıkardılar az önce,” dedi. “Bugün son günüm burada.”
Ne diyeceğimi bilemedim.
“Hay Allah, peki neden?”
Burnunu çekti.
“Misafirlerden şikâyet edenler olmuş, temizlik iyi yapılmıyor demişler.”
Yanımdaki kâğıt mendil kutusundan bir tane çekip uzattım.
“Üzülme,” dedim. Birdenbire sen diyecek kadar yakınlaşmıştık birbirimize. “Başka bir iş bulursun. Çok otel var nasılsa.”
Yuvarlak masanın öbür tarafındaki sandalyeye oturdu. Şimdi aynı masanın etrafında iki kader yoldaşı gibiydik. Elindeki toz bezini kucağına bıraktı.
“Sezon bitmek üzere, bundan sonra iş filan bulamam.”
Sonra utandı. Yerinden kalkıp, işine devam etmek için banyoya girdi.
Az önce aramızda kendiliğinden oluşan o yakınlık bitmiş, herkes kendi dünyasına geri dönmüş gibiydi.
İçeriden gelen su sesini dinleyerek onun için üzüldüm.
İşi bittiğinde temizlik malzemesini doldurduğu kovayla banyonun kapısında bir süre durup bana baktı.
“Balkonu temizlememi de ister misiniz?”
“Yok, kalsın,” dedim. “Zaten balkonu pek kullanmıyoruz.”
“İyi tatiller,” deyip kapıya çıkarken, ne yapacağımı düşündüm. Bahşiş verebilirdim örneğin. O zaman belki daha iyi hissederdim. Ama cüzdanımdaki bütün parayı önceki gece gittiğimiz incik boncuk dükkânında harcamıştım. Çaresiz, arkasından seslendim.
“Sana da iyi şanslar!”
Duydu mu bilmem. Kapıyı çoktan çekip gitmişti.